Category Archive : Psikolojik Sorunlar

Obsesyon, istemeden akla gelen, rahatsız edici, kişinin iradesiyle zihninden uzaklaştıramadığı, inatçı, tekrar eden düşünceler, davranışlar veya imgelerdir.

Kompulsiyon ise, obsesif düşüncelerin yarattığı kaygıyı azaltmak ve korkulan sonuçların oluşmasını engellemek için yapılan davranışlar veya zihinsel eylemlerdir.

Başlıca obsesyonlar bulaşma, dini-cinsel içerikli düşünceler, kendine veya başkasına zarar verme ile ilgili düşünceler, simetri-sayma-sıralama obsesyonları ve biriktirme-istifleme obsesyonlarıdır. Örneğin, bulaşma takıntısı olanlar başkalarıyla tokalaşmaktan, oturulan bir yere oturmaktan rahatsızlık duyarlar, çünkü kendilerine bulaşacağı veya kirlenecekleri korkusu yaşarlar. Simetri ile ilgili obsesyonu olanlar, duvarda düz durmayan bir tablodan fazlaca rahatsız olurlar. Dini obsesyonları olanlar, inançsızlık ve cezalandırılma korkusu yaşarlar. Acaba Tanrı’ya küfür mü ettim? Sorguladığım için günahkâr mıyım? gibi takıntılı düşüncelere sahip olurlar.

Kompulsiyonlar ise evden çıkmadan önce ütünün fişini çekip çekmediğini defalarca kontrol etmek hatta yoldan dönmek, kapıyı kilitleyip çıktığı halde tekrar dönüp dönüp kontrol etmek, yeterince temizlenmediği düşüncesiyle saatlerce banyoda kalmak, duvarda yamuk duran tabloyu kalkıp defalarca düzeltmek, dışarıda bulduğu eşyaları eve getirerek biriktirmek gibi eyleme dökülen yineleyici davranışlardır.

Peki tüm bunların OKB’mi yoksa günlük davranışlar mı olup olmadığını nasıl ayırt edebiliriz?

Çoğu kişinin bazı alışkanlık ve ritüelleri vardır. Mesela tedbirli olmak için yaptığımız bazı kontroller vardır. Gece yatmadan kapıyı kilitleyip kilitlemediğimize bakmak, çayın altını kapadık mı diye evden çıkarken kontrol etmek gibi. Bunlar normal davranışlardır, ama kapıyı kilitleyip yatıp sonrasında tekrar tekrar kalkıp kontrol etmek normal değildir. Yani bu düşünceler ve davranışlar, zihnimizi devamlı meşgul etmiyor, yaygın bir endişeye sebep olmuyor ve günlük akışımızı etkilemiyorsa bunların obsesif kompulsif bozukluk olduğunu söyleyemeyiz.

OKB ve EMDR Terapisi

Emdr terapisine göre ruhsal bozuklukların temelinde geçmişte yaşamış olduğumuz travmatik anılar ve olumsuz yaşam deneyimleri vardır. Emdr’ye göre zihnimizde uygun olmayan şekilde depolanan anıların kişide gelecek yıllarda işlevsel olmayan düşünce ve davranışlara neden olduğu kabul edilir. Obsesyonlar ve kompulsiyonlar da geçmişte yaşanmış ve işlenmemiş travmatik anıların dışa vurumudur. Emdr terapisi ile bu travmatik anılar ele alınarak tüm işlevsel olmayan travma bileşenleri işlevsel olanlar ile yer değiştirir. Bu şekilde obsesyon ve kompulsiyonlar ile bağlantılı olan anılar da çalışılarak, OKB ile ilgili semptomların azalması sağlanır. Emdr terapisinin obsesif kompulsif bozukluğun tedavisinde diğer terapi yöntemlerine göre daha kısa süre sürdüğü ve daha etkili olduğuna dair araştırmalar bulunduğu söylenmektedir.

Klinik Psikolog Sezen Sağlam

Yetersizlik duygusu insanın hayatını bloke eden duygulardan biridir ve kişinin hem sosyal hem de profesyonel hayatında mutsuzluğun kaynaklarındandır. Peki yetersizlik duygusu nedir? Psikolojideki tanımına göre, kişinin gözle görülen, ispat edilebilecek tüm kabiliyet ve yeterliliklerine rağmen bunları kendisinin fark edememesi ve sahip olduğu bu olumlu özellikleri reddetmesi, kendisini yeterince iyi ve başarılı hissetmemesi durumuna yetersizlik duygusu denmektedir. Yetersizlik duygusu yaşayan kişi, “Ben bu işte başarılıyım”, “Bu ilişkide iyiyim” diye kendine itiraflarda bulunamaz;  yaptıklarından, başarılarından, elde ettiklerinden bir türlü mutluluk duymaz ve hep kendisini eksik hisseder. Yetersizlik duygusu yaşayan kişi zaman zaman veya sıklıkla kendisini başkalarıyla kıyaslarken ve diğerinden daha aşağı görürken bulur. Kıyas yapılan şeyler maddi veya manevi olabilir. Bazen diğerinin maddi gücü, parası, sahip olduğu araba ötekine kendisini yetersiz hissettirirken bazen de birinin daha başarılı olması yetersiz hissettirir. Bazı kişiler kendilerini ara sıra yetersiz hissederlerken, bazı kişiler ise yeryüzünde devamlı yetersizlik duygusuyla yaşarlar. Fakat bilinmeli ki dünyanın en kendine güvenen insanları bile zaman zaman kendilerini yetersiz hissederler. Yetersizlik duygusu kronik bir hal aldığında ve artık kişinin hareket alanını kısıtlamaya başladığında tedavi edilmesi gereken bir hal almış demektir.

Peki, yetersizlik duygusunun nedenleri nelerdir?

İnsanların yaşadığı deneyimler ve buna bağlı olarak gelişen içsel duyguları yetersizlik hissetmelerine neden olabilir. Herkesin yaşam hikâyesi aynı değildir ve dolayısıyla yetersizlik duygularını içeren birçok durum da farklı kişisel deneyimlere veya sahip olunan duygulara kadar uzanabilir. Bazen bu deneyimler veya duygular yüzeyin altında olabilir ve ortaya çıkan yetersizlik duygusu daha önemli bir sorunun belirtisi de olabilir.

Yapılan araştırma ve yayınlanan makalelere göre kronikleşen yetersizlik duygusunun temelleri çocuklukta atılmaktadır. Ebeveynleri tarafından onaylanmayan ve devamlı eleştirilen, okulda öğretmeni tarafından başarısı görülmeyen, arkadaşları tarafından kabul görmeyen çocuklarda yetersizlik hissinin tohumları atılmış oluyor. Adler ise,  yetersizlik duygusunun oluşumunda 1-çocuğun yetersiz organlarla doğması,  2- çocuğun şımartılması,  3- çocuğun ihmal edilmesi ile ilgili olduğunu söylemektedir.

Çocuk, organlarının gelişmemiş olması, kendinden daha güçlü kişilere bağımlılık ihtiyacının olması ve başkalarına bağımlı olmanın verdiği acı sonucu tüm gelişim dönemlerinde anne babasıyla ve hayatı boyunca da dünyayla kurduğu ilişkide yetersizlik duygusunu yaşamaktadır. Çocuğun şımartılmasının yetersizlik duygusunun gelişmesine sebep olan diğer bir kaynak olduğu ifade edilmiştir. Şımartılan çocuk, hiçbir çaba göstermeden istediği şeyleri elde etmeye alışık olduğu için çevresi tarafından ilgi görmediği durumlarda bunu kendisine yapılmış bir haksızlık olarak algılar ve kendisini dışlanmış, terk edilmiş hisseder. Hep almaya alışmış olan bu çocuk vermeyi hiç öğrenememiş ve devamlı başkaları tarafından istekleri gerçekleştirilen ve hizmet gören bu çocuk bu şekilde bağımsızlığını da kazanamamıştır. Yetersizlik duygusunun kaynağını oluşturan üçüncü yaşantı ise çocuğun ihmal edilmesidir. İhmal edilen çocuklar sevgiyi ve diğer insanlarla birlikte yaşamanın ne olduğunu öğrenemezler. Bu çocuklar hayatın zorluklarıyla karşılaştıklarında normal olarak başka kişilerin yardımlarını ve bu zorlukların üstesinden gelmelerini sağlayacak kendi güçlerini küçümserler. Diğer kişilere hep kuşkuyla bakarlar. Bir annenin çocuğuna vermesi gereken ilk şey, anne bebek arasındaki güven bağını kurmak ve daha sonra da bu güvenin giderek derinleşmesini ve tüm çevrenin güvenini kapsayacak şekilde gelişmesini sağlamaktır.

Çocuklukta yetersizlik deneyimleri olan bazı kişiler, yetişkin olduklarında da kendilerine öyle gerçekleştirilmesi güç olan hedefler koyarlar ki bu hedeflerin gerçekleşmemesi de kişiye kendisini yetersiz hissettirebilir. Bunun yanı sıra toplumun çoğunluğu tarafından gerçekleştirilmesi veya sahip olunması mümkün olmayan güzellik, güç, şöhret ve zenginlik standartlarının yer aldığı sosyal medya tarafından yayınlanan mesajlarda kişilerde yetersizlik hissinin ortaya çıkmasının nedenleri arasında sayılabilir. Ayrıca diğer insanların mutlu, başarılı, güçlü ve iyi olduğunu görmek kendimizi başkalarıyla kıyaslamamıza neden olabilir ve bu kıyaslamalar kendi güçlü ve başarılı taraflarımızı zaten küçümsemeye meyilli olduğumuz için de bize zarar verebilir.

Yetersizlik duygusuna sahip olduğunuzun belirtileri nelerdir?

Bazı kişiler daha güzel, daha güçlü görünen, daha bilgili insanların yanında kendilerini rahatsız hissederler, onlarla ilişki kurarken heyecanlanır veya ilişki kurmaktan kaçınırlar. Çünkü bu kişi kendini yetersiz görürken karşısındaki kişiyi, kendisinden daha üstün görür fakat bunun bilincinde değildir. Dolayısıyla bu durum kişiyi diğer insanlarla ilişki kurmaktan alıkoyabilir. Yetersizlik duygusuna sahip olan kişilerde var olan belirtiler, güvensizlik ve düşük benlik saygısına sahip olma, hedeflerine ulaşamama ve kendisini sıkışmış hissetme, yapmak istediklerinden kolayca vazgeçme, eleştirilmeye tahammül edememe, sosyal durumlarda geri çekilme ihtiyacı hissetme ve ilişki kurmaktan kaçınma, reddedilme korkusu yaşama, anksiyete ve depresyon yaşama. Mükemmeliyetçi olma, rekabet içerisinde olma, dikkat çekmeye çalışma, sürekli başkalarında kusur bulma, kendi hatalarını kabul etmekte zorlanma, başkalarından daha iyi olduğunuzda kendinizi daha iyi hissetme de bir kişinin yetersizlik duygusuna sahip olduğunun belirtileridir fakat çoğu zaman kendinden aşırı emin olan kişilerin özellikleriyle karıştırılırlar.

Yetersizlik duygusundan kurtulmak için neler yapılmalı?

Yetersizlik duygunuzun tam olarak nereden geldiğini anlamak, nasıl ilerleyeceğinizi anlamanızı ve kendinize olan güveninizi geliştirmenizi kolaylaştırabilir. Kendinizi yetersiz hissediyorsanız, bu yetersizlik duygularının geçmişte gelişmiş olma ihtimali yüksektir.  Yetersizlik duygunuzun altında yatan nedenlerin neler olabileceğini düşünmek için kendinize biraz zaman ayırın. Neden yetersiz hissettiğinizi anladıktan sonra, bu temel nedenlerle başa çıkmaya ve oradan kendinizi geliştirmeye çalışabilirsiniz.

1-Kendinizle Olumlu Konuşmaya Başlayın

Kendinizle içsel olarak nasıl konuştuğunuz, kendiniz hakkında nasıl hissettiğiniz konusunda etkilidir.  Kendinize dair algınızı değiştirmek, kendinizle konuşma şeklinizi değiştirmekle başlar. Kendinizle nezaket ve empati ile konuşmak için daha fazla çaba göstermelisiniz. Mesela bunu bir yere gitmeye hazırlanırken kendinizle ilgili olumlamaları veya ifadeleri tekrarlayarak aynada yapabilirsiniz. Kendinizle ne kadar olumlu konuşmaya inanırsanız, kendinizi o kadar iyi bir ışık altında görürsünüz.

 2-Negatif Kişisel Düşüncelerinize ve İnançlarınıza Meydan Okuyun

Olumsuz düşünceleri oldukları gibi, yani içsel zorbalar olarak görmek işe yarayabilir. Kendinizi yetersiz hissetmenize neden olan olumsuz düşünce ve inançlarınızı daha olumlu olanlarla değiştirmeniz gerekecektir. Unutmayın ki kendinizi nasıl algıladığınızın kontrolü sizdedir. Doğru düşüncelere dikkat ettiğinizden emin olmanız önemlidir.

3-Her zaman Karşılaştırmadan Kaçının

Kendinizi başkalarıyla, başkalarının sahip olduklarıyla veya başarılarıyla kıyaslamaktan vazgeçmeli ve hayattaki kendi ilerlemenize odaklanmalısınız. Gurur duyacağınız şeyler yapın ve ilerlemelerinizi sadece geçmiş ilerlemenize bakarak ölçmeyi tercih edin. Çünkü kendiniz başkalarıyla karşılaştırdığınızda bu sizi yetersiz ve kötü hissettirebilir..

4-Sevdiğiniz Şeyleri Yapın

Zevk almayacağınız ya da iyi hissetmeyeceğiniz şeyleri üstlenmeyin bunları yapmak sizi sadece aşağı çekecektir. Odak noktanız sizi mutlu eden ve zevk duyacağınız şeyler yapmak olmalıdır. Bu tür etkinlikler, ruh halinizi yükseltmenize ve özgüveninizi oluşturmanıza yardımcı olacaktır.  olamayacağımız şeyleri üstlenmek bizi sadece aşağı çeker. Odağınızı, zevk aldığınız ve sizi mutlu eden daha fazla şey yapmaya çevirin. Bu tür etkinlikler, ruh halinizi yükseltmenize ve daha iyi hissetmenize yardımcı olacak ve bu da özgüveninizi oluşturmaya başladığınızda sizi başarıya hazırlayabilir.

5-Küçük, Ulaşılabilir Hedefler Belirleyin

Çok fazla görev üstlenip bunların üstesinden gelmeye çalıştığınızda ve bunları yapamadığınızda kendinizi yetersiz hissedebilirsiniz. Gerçek şu ki, daha küçük daha ulaşılabilir hedefler belirlemek, üstlendiğiniz görevleri bölmek size kendinizi daha iyi hissettirecektir. Unutmayın ki yavaş ve sakin olan yarışı kazanır.

6-Mevcut Yaşam Tarzınızı İyileştirin

Egzersiz, diyet ve diğer yaşam tarzı seçimleri gibi şeyler genel olarak daha iyi zihinsel ve fiziksel sağlığa katkıda bulunabilir. Düzenli egzersiz yapmıyorsanız, iyi beslenme seçimleri yapın ve uykunuzu ve sağlığınızın diğer alanlarını kontrol etmeye çalışın. Bu, ruh halinizi iyileştirmenizde ve zamanla kendiniz hakkında daha iyi hissetmenize yardımcı olabilir.

Yukarıdaki ipuçları, bir yerden başlamak için işinize yarayacak noktalardır, ancak bazı kişilerin bunları hayatlarında uygulama veya yetersizlik duygusunun nedenlerini bulma konusunda daha fazla yardıma ihtiyacı olabilir. Bu durumda da başvurabileceğiniz en iyi yardım bir uzman yardımı olacaktır. Yüz yüze veya online bir psikoterapist, güvensizliklerimizin nereden geldiğini daha iyi anlamanıza, bu geçmiş sorunlardan kurtulmanıza ve başarılı bir şekilde ilerlemek için gereken başa çıkma mekanizmalarını kullanmanızda size yardımcı olacaktır.

 

Kaynaklar:

How To Cope With Feeling (betterhelp.com)

http://dx.doi.org/10.17051/io.2016.90300

Depresyon toplumda en sık görülen ruhsal bozuklukların başında gelmektedir. Her insan zaman zaman hayatının bir kısmında hüzün, keder, umutsuzluk, mutsuzluk, çaresizlik gibi olumsuz duygulanımlar yaşayabilir. Ama bu belirtiler her zaman kişinin depresyonda olduğu anlamına gelmez. Depresif ruh hali ile depresyonu birbirine karıştırmamak gerekir. Depresif ruh hali kimi zaman herkesin yaşayabileceği kısa süreli ve geçici bir durumdur. Fakat yaşanan duruma depresyon denilebilmesi için belirtilerin en az 2 haftadır arka arkaya yaşanıyor olması ve bu durumun kişinin artık günlük yaşamını olumsuz etkileyecek kadar şiddetli yaşanıyor olması gerekir.
Depresyonun çeşitli nedenleri olmakla beraber temelde ki nedeni bir kayıp duygusunun yaşanmış olmasıdır. Bu sevdiğin birinin kaybı, sevgiliden ayrılma, güven kaybı, iş değişikliği, ev değiştirme, yaşadığın yeri değiştirme gibi önemli yaşamı etkileyebilecek olaylar olabilir. Bazen mutlu olaylarda depresyona sebep olabilir. Doğum yapma güzel ve mutlu bir olay olmakla beraber, kişide kimi zaman depresyona yol açabilir. Bunun yanı sıra genetik faktörler, ilişki problemleri, maddi problemler, bazı hormon düzeylerinin değişikliği, bazı kullanılan ilaçlar, yaşlanma gibi birçok etken depresyona neden olabilir.
Depresyonun oluşmasında etkili olan bazı kişisel özellikler de vardır; kimi zaman kişinin kendisi, çevresi ve gelecekten beklentileri, idealleri ile kendi gerçek durumu arasında o kadar çok fark vardır ki, bu yüksek standartlara ulaşamamak kişide depresyona yol açabilir. Kişinin çevresindekiler kendisinden çok fazla şey beklediklerinde ve kişide bunları karşılamada doğal olarak yetersiz kaldığında, kişide beliren çaresizlik ve zayıflık düşünceleri depresyona neden olabilir.
Depresyon belirtileri, kişinin kendisini hemen her gün, yaklaşık gün boyu ağlamaklı, hüzünlü, çaresiz, mutsuz, sıkıntılı ve umutsuz hissetmesi, eskiden zevk alınarak yapılan aktivitelerin çoğuna karşı ilgide azalma ve artık onları yapmaktan eskisi gibi zevk alamama, iştahta azalma veya tam tersi artma, istenmeyen bir şekilde kilo alıp verme, uykusuzluk yaşama veya aşırı uyuma, uykuya dalmakta güçlük çekme veya sık sık uyanma, çok fazla uyunmasına rağmen sabahları uyanıldığında yorgun hissetme, düşünce, davranış ve konuşmalarda yavaşlama, karar vermekte güçlük çekme, bir şeye başlamakta ve onu sürdürmekte zorluk yaşama, dikkat eksikliği yaşama, cinsel istekte azalma, vücutta nedeni bulunamayan ağrıların oluşması, mide bağırsak problemleri, nefes darlığı gibi fizyolojik kökeni olmayan rahatsızlıkların görülmesi şeklindedir. Bunun yanı sıra kişi yineleyen bir biçimde ölüm ve intihar düşüncelerine kapılabilir. Tüm bu belirtilerden bir kaçı sizde var ve 2 haftadır sürüyor ise depresyonda olma ihtimaliniz yüksektir.
Depresyon tedavi edilebilir bir hastalıktır. Tedavisinde izlenecek yöntemler hastalığın tipine ve kişinin özelliklerine göre belirlenir. Hastalığın seyrine göre bir veya birkaç tedavi şekli birlikte uygulanabilir. Depresyon tedavisi zaman alabilecek ve bu süreçte kişinin sabırlı ve olumlu düşünmesi gereken bir süreçtir. Eğer sizin de bu tür depresif şikayetleriniz varsa, kendiniz ve çevrenizin mutluluğu için bir uzmandan yardım almanız gerekmektedir.

Günümüzde çocuklarının hayatlarını sosyal medyada belgelemek birçok anne-babanın yaptığı bir şey. Youtube kanalı açarak çocuklarının çeşitli hallerinden abone sayısını arttıran ve tıklanmalar üzerinden para kazanan, çocuklarının her halini (uyurken, yemek yerken, banyo yaparken, oyun oynarken, okulda, parkta vs) sosyal medyada paylaşan, bu paylaşımlar üzerinden binlerce beğeni toplayan veya takipçi sayısını arttırarak bazı firmaların ürünlerini tanıtan ve bundan gelir elde eden yüzlerce anneden bahsediyorum. Babalar demiyorum çünkü bunu yapanların daha çok anneler olduğunu gözlemliyorum. Tabi bu paylaşımlara itiraz etmeyen ve bunların içinde olan yüzlerce de baba var. Bu durumda aslında ebeveynler çocuklarının gizliliğinin en büyük ihlalcilerinden oluyorlar.

Belki gizlilik ayarlarına dikkat edilerek, herkese açık olmayacak bir şekilde, çocukları hakkında özel bilgiler vermeden birkaç paylaşımda bulunmak çok sakıncalı olmayabilir. Fakat herkese açık bir şekilde yüzlerce binlerce fotoğraf paylaşmak, hikayeler paylaşmak ne anlama geliyor olabilir acaba hiç düşündünüz mü? Anne-babalara şu soruyu sormak istiyorum, “siz hiç yolda yürürken tanımadığınız birini durdurup ta cüzdanınızdan çocuğunuzun resmini çıkarıp gösteriyor musunuz?” Muhtemelen gelecek cevap “hayır” olacaktır. Peki öyleyse neden herkese açık olan hesaplarda yüzlerce fotoğraf ve hikayeler paylaşılıyor.

Ebeveynler bu şekilde çocukları hakkında, düşündüklerinden çok daha fazla bilgiyi açığa vurarak, onları tehlikeye açık hale getirdiklerinin farkında değiller mi? Bu da cevaplanması gereken başka bir soru olsa gerek.

Fotoğrafları, en özel anları paylaşılan bu çocuklar ileride büyüdüklerinde acaba bunların paylaşılmasından hoşnut olacaklar mı? Belki bu duruma sinirlenecekler, belki arkadaşları arasında dalga geçilmesine neden olacakları bir durum olacak ve utanacaklar vs. Aynı zamanda bu şekilde çocukların unutulma haklarının ellerinden alındığını unutmamak gerekir.

Çocukların fotoğraflarının paylaşılması, özel hayatlarının gizliliklerinin ihlali, aslında onların kişilik haklarının ihlalidir.  Bunun yanı sıra sürekli fotoğraflarının çekilip, paylaşıldığından haberdar olan bu çocuklarda narsistik bir yapının gelişmesi olasıdır. Anne-babalar devamlı çocuklarından poz vermelerini isteyerek, ve fotoğraflarını devamlı paylaşarak onların gösteriş meraklısı bireyler olmasına sebep olabilirler.

Bunun yanı sıra çocuk istismarcılarının, çocuklara karşı sapkınca duyguları ve davranışları olan kötü niyetli kişilerin çocuklarınızın fotoğraflarını biriktirebileceğini biliyor olmalısınız? Çocuğunuzun bütün mahremiyetini gözler önüne sermek onu korumakla yükümlü olmanız arasında anlaşılmaz bir çelişki oluşturuyor.

Peki anne babaların bu paylaşımları yapmasının sebepleri ne olabilir?

Biz insanız görülmek, beğenilmek, sosyal ilişkiler kurmak istiyoruz. Hayatımızı idame ettirmek için belki daha rahat bir yaşam için para da kazanmak istiyoruz. Tüm bunlar gayet anlaşılır. Fakat beğenilmek, görünür olmak bunlar istekten öte bir ihtiyaca dönüşüyor ve bu paylaşımlar üzerinden ebeveynler psikolojik ihtiyaçlarını ve maddi kazanç ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyorlarsa ve kendi kendilerini bu şekilde tatmin etmeye çalışıyorlarsa burada normal bir durumdan bahsetmek imkansızdır.

Ebeveynlerin, çocuklarının fotoğraflarını, en özel anlarını çevrimiçi paylaşma nedenlerini kendilerine sormaları gerektiğini düşünüyorum, paylaşmadan önce bunu kendi tatminim için mi yapıyorum yoksa çocuğum için mi yapıyorum diye de düşünmelerini öneriyorum.

Son olarak şunu söyleyebiliriz ki kendi kendimizi tatmin etmek için çocuklarımızın fotoğraflarını sosyal medyada paylaşıyor olmak hiç sağlıklı bir durum değil. Bu konuda anne-babaların daha hassas olmaları gerektiğini düşünüyorum.

 

Boşanan Ebeveynlere Öneriler

Çocuklar için boşanma özellikle üzücü, stresli ve kafa karıştırıcı bir durumdur. Boşanma, hangi yaşta olursa olsun, bir erkek veya kız çocuğunun hayatında büyük bir değişikliğe sebep olur. Çocuklar anne ve babalarının boşanma kararlarıyla karşı karşıya kaldıklarında kendilerini  belirsizlik içinde, öfkeli, suçlu hissedebilirler. Ebeveynler arasındaki aşk kaybına tanık olmak, ebeveynlerin evlilik taahhütlerini çiğnediklerini görmek, iki farklı ev arasında gidip gelmek ve bir ebeveynle yaşarken diğer ebeveynin günlük yokluğuna alışmaya çalışmak, baş etmeleri gereken zorlu bir durum yaratır. Ayrılmış ebeveynlerin çocuklarının (hepsinin olmasa da bir kısmının), çocukluklarını ve yetişkinlik hayatlarını etkileyebilecekleri uzun vadeli sorunları oluşabilir. Ancak, ayrılan ebeveynlerin çocuklarının karşılaştığı sorunların çoğunu, ayrılığın kendisi değil, ayrılan eşlerin aralarındaki anlaşmazlıklar oluşturmaktadır. Bir çocuğun ailesinin dağılmasına üzülmesi normal olsa da, bir ebeveyn olarak boşanma sürecini ve sonrasını çocuklarınız için daha az acı verici hale getirmek için yapabileceğiniz çok şey vardır.

Çocuğuma boşanma hakkında ne kadar bilgi vermeliyim?

Özellikle ayrılmanızın veya boşanmanızın başlangıcında, çocuklarınıza ne kadarını söyleyeceğinizi seçmeniz gerekir. Bazı bilgilerin onları nasıl etkileyeceği hakkında dikkatlice düşünün.

Çocuğun yaşına duyarlı olun. Genel olarak, daha küçük çocuklar daha az ayrıntıya ihtiyaç duyar ve basit bir açıklama ile daha iyi hale gelirken, daha büyük çocuklar daha fazla bilgiye ihtiyaç duyabilir.

Lojistik bilgileri paylaşın. Çocuklara yaşam düzenlemelerindeki, okuldaki  veya aktivitelerindeki değişikliklerden bahsedin, ancak bunları ayrıntılarla boğmayın.

Gerçekleri söyleyin. Çocuğunuza verdiğiniz bilgilerin ne kadar çok ya da ne kadar az olduğu önemli değil, her şeyden önce doğru olması gerektiğinin önemli olduğunu unutmayın.

Boşanma sonrası çocuklarınız ve kendiniz için profesyonel yardım alın. Bazı çocuklar anne-babasının boşanmasını daha kolay atlatır, bazıları ise çok zor zamanlar geçirir. Çocukların bir dizi zor duygu hissetmesi normaldir. Fakat zaman geçmesine rağmen çocuğunuz toparlanamıyor ve gittikçe daha da zorlanıyorsa çocuğunuzun profesyonel yardım almasını sağlamanız faydalı olacaktır.

Ayrılan ebeveynler çocuklarına nasıl yardım edebilirler?

Çocuğunuzun hala kendisini seven iki ebeveyni olduğunu bilmesini sağlayın.

Çocuğunuzu yetişkin endişelerinden ve sorumluluklarından koruyun.

Olup biten şeylerde sorumluluğun çocuklara değil, ebeveynlere ait olduğunu açıkça belirtin.

Çocuklarınıza karşı açık olun ve konuşun. Çocuğunuzun sadece neler olup bittiğini bilmesi gerekmez aynı zamanda soru sormanın uygun olduğunu hissetmesi de gerekir.

Çocuğunuzun kendisini güvende hissetmesini sağlayın. Her iki ebeveyni tarafından bakılacağından emin olması gerekir.

Çocuğunuzla geçirmek için bol bol zaman ayırın.

Çocuğunuzu görmek için yapılacak düzenlemeler konusunda güvenilir olun.

Arkadaş ve akrabalarını görmesi gibi, her zamanki etkinliklere ve rutinlerine devam etmesini sağlayın.

Çocuğunuzun hayatında mümkün olduğunca az değişiklik yapın. Bu, çocuğunuzun, zorluklara rağmen, sevdiklerinin hala onları önemsediğini ve hayatın makul derecede normal olabileceğini hissetmesine yardımcı olacaktır.

Yapmamanız gerekenler

Çocuğunuzu asla aranızdaki çatışmaya çekmeyin.

Çocuğunuzdan taraf tutmasını istemeyin: “Kiminle yaşamak istersin tatlım?”

Çocuğunuza diğer ebeveynin ne yaptığını sormayın.

Eski eşinize geri dönmek için çocuğunuzu ‘silah olarak’ kullanmayın

Eski eşinizi çocuğunuza karşı eleştirmeyin, suçlamayın.

Çocuğunuzun eski eşinizin rolünü üstlenmesini beklemeyin.

Eğer çocuğunuzun boşanmanın etkileri ile baş etmesine yardım etmekte zorlanıyorsanız, dışarıdan yardım isteyebilirsiniz. Bu süreç duyarlı bir şekilde yönetilirse, çocuk yeni durumuna daha iyi adapte olabilir ve uzun vadede zorluk çekmez.

Anne- babalar boşanma sırasında ve sonrasında çocuklarınızın sizden istedikleri var…

Hayatımda yer almak için ikinize de ihtiyacım var. Lütfen beni arayın, e-posta gönderin, mesaj yazın ve bana birçok soru sorun. Sen karışmadığın zaman, önemli olmadığımı ve beni gerçekten sevmediğini hissediyorum.

Lütfen kavga etmeyi bırakın ve birbirinizle iyi geçinmek için çok çabalayın. Benimle ilgili konularda anlaşmaya çalışın. Benim hakkımda kavga ettiğinizde, yanlış bir şey yaptığımı ve suçlu olduğumu düşünüyorum.

İkinizi de sevmek ve her birinizle geçirdiğim zamanın tadını çıkarmak istiyorum. Lütfen beni ve her birinizle geçirdiğim zamanı destekleyin. Kıskanç davranır veya üzülürseniz, taraf tutmam ve bir ebeveyni diğerinden daha çok sevmem gerektiğini hissediyorum.

Lütfen doğrudan birbirinizle iletişim kurun, böylece aranızda mesaj getirip götürmek zorunda kalmam. Bu durum beni fazlasıyla yorar ve yıpratır.

Birbiriniz hakkında lütfen sadece nazik şeyler söyleyin veya hiçbir şey söylemeyin. Diğer ebeveynim hakkında bir şeyler söylediğin zaman, benden senin tarafını tutmamı beklediğini hissediyorum.

Lütfen ikinizin de hayatımda olmasını istediğimi hatırlayın. Anneme ve babama beni büyüteceklerine, bana neyin önemli olduğunu öğreteceklerine ve sorunlarım olduğunda bana yardım edebileceklerine dair güvenmek istiyorum.

Her ne kadar çocuklar için güçlü duygular zor olsa da, aşağıdaki tepkiler boşanma sonrası çocuklar için normaldir;

Çocuklarınızın boşanmanızdan dolayı size karşı öfkeli ve kızgın olması ve bu duygularını dile getirmesi gayet normaldir.

Çocukların yaşamlarında büyük değişikliklerle karşılaştıklarında endişeli olmaları doğaldır.

Ailenin yeni durumuna ilişkin çocuğun üzüntü duyması normaldir ve üzüntü, umutsuzluk ve çaresizlik duygusuyla birleştiğinde, hafif bir depresyon şekli olabilir.

Çocuğunuzun ayrılık veya boşanma ile ilgili sorunlarla baş edebilmesi biraz zaman alacaktır, ancak zamanla kademeli olarak gelişme göstermesi gerekir.

Boşandıktan sonraki birkaç ay sonra işler daha da kötüye giderse, çocuğunuzun depresyon, endişe veya öfke içinde sıkışıp kaldığını görmeniz ek bir desteğe ihtiyacı olduğunun bir işareti olabilir. Çocuklarda boşanmaya bağlı olarak ortaya çıkan depresyon veya kaygı ile ilgili bu uyarı işaretlerine dikkat edin:

Aşırı uyuma veya uykusuzluk şeklinde uyku problemleri yaşaması.

Konsantrasyon bozukluğu yaşamaya başlaması.

Okulda sorun yaşamaya başlaması.

Uyuşturucu veya alkol bağımlılığı

Kendini yaralama, kesme veya yeme bozuklukları göstermesi.

Sık sık kızgınsa ya da şiddetli patlamaları oluyorsa.

Sevdiği kişiler ile görüşmüyor ise.

Daha önceden yaptığı ve sevdiği faaliyetlere ilgisizlik varsa.

Bu veya boşanma ile ilgili diğer uyarı işaretlerini çocuğunuzda görüyorsanız, çocuğunuzun öğretmenleri ile görüşün veya belirli sorunlarla başa çıkabilmek için bir uzmandan yardım alın.

 

Bebek Hüznü Nedir?

Doğumdan sonraki ilk gün veya takip eden günlerde, yeni doğum yapmış olan anne çeşitli duygular yaşar. Neşe ve mutluluk gibi harika duygularda yaşayabilir, üzüntü dahil zor duygularda yaşayabilir. Doğum sonrası yaşanan ağlama nöbetleri ve üzücü duygular “bebek hüznü” olarak bilinir. Yeni anne kendisini üzgün, kızgın, cesareti kırılmış, mutsuz veya karamsar hissedebilir. Bu şekilde hissetmek “kötü” bir anne olduğunuz veya bebeğinizi sevmediğiniz anlamına gelmez.

Ruh halindeki bu dalgalanmaların, doğumdan sonra kadının vücudunda meydana gelen hormon değişikliklerinden kaynaklandığına inanılmaktadır. Bunun yanı sıra “dinlenememek, uyuyamamak “ gibi şeylerde bu duyguların yaşanmasını arttırabilir. Neyse ki bebek hüznü olarak adlandırılan bu durum birkaç gün ile birkaç hafta arasında kendiliğinden hızlı bir şekilde geçme eğilimi gösterir.

Eğer böyle bir durum ile karşı karşıyaysanız daha iyi hissetmeniz için yapmanız gerekenler;

-Özellikle doğumdan sonraki ilk günlerde ve haftalarda yakınlarınızın, ev işleri, yemek hazırlama işleri ve çocuk bakımı konusunda size yardımcı olmalarına izin verin.

-Onlar size yardımcı olurlarken siz kendinize vakit ayırın, bolca dinlenin ve besleyici yiyecekler yiyin.

-Sevdiklerinizle ve sizin gibi yeni anne olanlarla sohbet edin. Bu durum size yalnız olmadığınızı hatırlatacak ve iyi gelecektir.

Bebek hüznü olarak adlandırılan bu durum bir veya iki hafta geçmiş olmasına rağmen hala devam ediyorsa o zaman bu duygusal durumların sebebinin doğum sonrası depresyonu olup olmadığı araştırılmalı ve bir uzmandan mutlaka yardım alınmalıdır.

Lohusalık Depresyonu Nedir?

Yapılan araştırmalar yaklaşık yedi kadından birinin doğum sonrasında tipik bebek hüznünden daha fazla, daha derin duygular yaşadığını söyler. Yeni annenin yaşadığı rahatsız edici duyguların süresinin uzaması, üzüntü, endişe, karamsarlık vs. gibi duyguların daha derin bir şekilde yaşanıyor olması lohusalık depresyonuna işaret edebilir. Lohusalık depresyonu yeni annenin günlük rutinine geçme yeteneğini ciddi şekilde etkiler.

Lohusalık Depresyonunun Belirtileri Nelerdir?

Doğumdan sonra, 2 haftadan daha uzun bir süredir aşağıdaki depresyon semptomlarından herhangi birine sahipseniz, lohusalık depresyonu yaşıyor olabilirsiniz ve mutlaka bir uzmandan yardım almalısınız.

-Huzursuz, karamsar, bunalmış, üzgün veya mutsuz hissediyorsanız

-Devamlı ağlıyorsanız,

-Bebeğinize ilgi duymuyor, bağlı hissetmiyor ve bebeğe zarar verme düşünceleriniz oluyorsa,

-Çok az veya çok yemek yiyor, çok az veya çok fazla uyuyorsanız,

-Önceden hoşlandığınız ve size zevk veren aktiviteleriniz veya hobileriniz artık ilginizi çekmiyor ve size zevk vermiyorsa

-Arkadaşlarınızdan ve ailenizden uzaklaştığınızı hissediyorsanız

-Kendinizi değersiz, suçlu veya kötü bir anne gibi hissediyorsanız

-Odaklanma veya karar verme konusunda güçlük yaşıyorsanız

Bazı yeni anneler yaşadıkları bu semptomları kimseye anlatamazlar, bunları yaşadıkları için utanabilir ve kendilerini suçlu hissedebilirler. Dışarıdan kötü anne olarak görüneceklerine dair endişe yaşayabilirler. Her kadın hamilelik esnasında veya bebek doğduktan sonra depresyona girebilir, fakat bu durum kişinin kötü bir anne olduğu anlamına gelmez. Eğer böyle bir durum yaşıyorsanız unutulmaması gerekir ki bu durumla tek başınıza mücadele etmek zorunda değilsiniz, yardım almak sizin ve bebeğinizin ruh sağlığı açısından oldukça önemlidir.

Doğum Sonrası Depresyon Nasıl Tedavi Edilir?

Doğum sonrası depresyon için, bir psikiyatrist ile görüşüp eğer gerek görülürse ilaç tedavisine başlayabilir veya bir psikoterapist ile yüz yüze bireysel terapiden faydalanabilirsiniz. Bazı durumlarda ise hem ilaç tedavisi, hem de psikoterapi birlikte gerekli olabilir. Tedavi almak sizin ve bebeğiniz için önemlidir, depresyon için tedavi almak sizi kötü veya başarısız bir anne yapmaz, aksine yardım almak, yardım talep etmek bir güç işaretidir. Unutmamak gerekir ki doğum sonrası depresyon sizin suçunuz değildir. Duygularınızı bir profesyonelle paylaşmak, kendinizi iyi hissetme konusunda büyük bir etki sağlayacak ve olumlu değişiklikler yapma yolunda olacaksınız.

Doğum Sonrası Depresyon Hakkında Mitler

Doğum sonrası depresyon sıklıkla yanlış anlaşılır ve etrafını saran birçok mit vardır. Bunlar şunları içerir:

-Doğum sonrası depresyon, diğer depresyon türlerine göre daha az şiddetlidir.   Aslında, diğer depresyon türleri kadar ciddidir.

-Doğum sonrası depresyon tamamen hormonal değişikliklerden kaynaklanır.   Aslında birçok farklı faktörden kaynaklanıyor.

-Doğum sonrası depresyon yakında geçecek. “Bebek mavilerinden” farklı olarak,   doğum sonrası depresyon tedavi edilmezse aylarca sürebilir. Az sayıdaki vakada   uzun vadeli bir problem olabilir.

-Doğum sonrası depresyon sadece kadınları etkiler. Araştırmalar, her 10 babadan   1’inin bebek sahibi olduktan sonra depresyona girdiğini buldu.

 

 

Ara sıra hepimiz yapmamız gereken bir takım işleri erteleyebiliriz, fakat bu durum sürekli bir hal almaya başladıysa ve bizim günlük yaşantımızı etkiler hale geldiyse, o zaman erteleme ile ilgili anormal bir durumdan bahsedebiliriz. Erteleme kendi başına bir rahatsızlık değil, sadece bir belirtidir. İncelememiz gereken asıl şeyler ise ertelemeye sebebiyet veren kökende yatan nedenlerdir.

Daha çok mükemmeliyetçi kişilik yapısına sahip ve başaramama korkusu yaşayan “yetersizlik” inancına sahip bireyler erteleme davranışı gösterirler. Erteleme davranışının tembellik ile ilgisi yoktur, tembel kişiler yapmaları gereken işlere başlamadıkları gibi yan gelip yatar ve bu durumla ilgili rahatsızlık duymazlar. Erteleme davranışı gösteren kişiler ise yapacağı iş veya işlerle ilgili başarısızlık kaygısı yaşadıklarından ve mükemmel yapmak istediklerinden dolayı bir türlü işe başlayamazlar ve içten içe de bu durumdan rahatsızlık duyarlar.

Erteleme davranışında, yapılması gereken bir iş, bir proje vs. karşısında mükemmeliyetçilik devreye girince, kişideki “yetersizlik şeması” aktive olur ve kişi bununla başa çıkmak adına yapılacak olan işten kaçma davranışı gösterir ve böylelikle erteleme gerçekleşmiş olur.  Erteledikçe de yetersizlik inancı daha çok güçlenir ve kısır döngü bu şekilde devam ederek kişiye rahatsızlık verir.

Bu durumdan kurtulabilmek adına bir uzmandan yardım alınarak erteleme davranışına sebebiyet veren nedenler üzerine çalışılmalıdır.

Gerek sosyal çevremde gerekse işim dolayısıyla etrafımda o kadar fazla narsistik ebeveyn görüyorum ki, onların çocuklarına davranışlarını ve ileride bu çocukların nasıl birer birey olacaklarını üzülerek izliyorum. Yaptıkları şeyler karşısında çok şişirilenini de görüyorum, hiç takdir edilmeyenini de görüyorum. Tartışmasız ikisi de doğru değil. Narsistik ebeveynler çocuklarını, onlara ne olmak istediklerini, ne yapmak istediklerini bile sormadan kendi ihtiyaçlarına göre tıpkı bir oyun hamuru gibi yoğuruyorlar. Narsistik ebeveynler dünyaya getirdikleri çocuklarını bir nesne, bir proje gibi algıladıkları için onları olduğu gibi kabul etmeyip, kendi narsistik ihtiyaçlarına göre şekil ve form vermeye çalışıyorlar. onların başarılarını kendi başarıları gibi görüp, çocuklarının başarısızlıklarına tahammül gösteremiyorlar. Çünkü çocuklarının başarısızlıkları demek kendi başarısızlıkları demektir ve bu da bir narsistik için çok utanç verici bir durumdur. Ne acıdır ki bu çocuklar koşullu seviliyorlar. Yani ebeveynlerinin narsistik ihtiyaçlarını doyurduklarında onaylanıyor ve takdir görüyorlar. Mesela, onların istedikleri notları aldıklarında, onların istedikleri meslekleri seçtklerinde, onların istedikleri evlilikleri yaptıklarında vs. Bu ebeveynler bu şekilde davranarak çocuklarının ileride sosyal yaşantılarında, evlilik yaşantılarında, cinsel yaşantılarında, iş yaşamında, ikili ilişkilerinde nasıl sorunlar yaşayacaklarından haberdar değiller. Bunun için ilk önce kendi durumlarının farkında olmaları ve yardım almaları gerekir.

Bahar ayının yüzünü göstermesiyle birlikte bazı kişilerde kaygı, endişe, sinirlilik hali, yorgunluk, iştahsızlık gibi durumlar görülebilir. Eğer bu gibi belirtiler sizde de aniden ortaya çıktıysa bahar depresyonu yaşıyor olabilirsiniz.

Halk dilinde bahar depresyonu olarak bilinen mevsimsel duygulanım bozukluğu her yılın aynı zamanlarında tekrar eden bir depresyon türüdür. Her yılın bahar aylarında ortaya çıktığı için bahar depresyonu olarak isimlendirilmiştir. Bu zamanlarda kendinizi sinirli, yorgun ve halsiz, endişeli, motivasyonsuz, enerjisi çekilmiş gibi hissedebilirsiniz. Hiçbir şey yapmak istemeyebilir, elinizi kolunuzu kaldırmakta isteksizlik yaşayabilir, okula ve işe gitmekte güçlük çekebilirsiniz.

Bahar depresyonunun spesifik sebepleri kesin olarak bilinmemektedir. Bütün ruhsal hastalıklarda olduğu gibi bu durumda da genetik faktörler, yaş vs. depresyona yatkınlığı arttırabilmektedir. Mevsimsel depresyona erkeklere oranla kadınlarda daha fazla rastlanır. Güneş ışığının süresinin uzaması ile birlikte gün içerisinde uyanık kalma süresi uzadığı için, vücudun biyolojik saati bozulur. Bu da depresif duygu durumuna sebebiyet verebilir.

Bahar depresyonunun belirtilerini hafife almamak gerekir. Bu durumları yaşıyor ve bu belirtiler 2-3 haftadan fazla sürüyorsa mutlaka bir uzmana danışmak gerekir. Çünkü eğer 2- 3 haftada geçmiyorsa depresyonunuzun altında başka sebepler yatıyor demektir. Eğer bu hastalık da diğer depresyon türleri gibi ciddiye alınmaz ve tedavi edilmez ise daha kötüleşerek ciddi sorunlara yol açar.

Bahar depresyonunu hafif atlatmak için; mutlaka spor yapın, tempolu yürüyüşler yapın, sağlıklı beslenin, alkolden uzak durun, sevdiğiniz insanlarla birlikte olun ve sevdiğiniz, hoşlandığınız şeyleri yaparak vakit geçirmeye çalışın.

Biz toplum olarak duygularımızı ifade etmekte iyi değiliz. Duygularımızı tanımıyor ve onlarla yüzleşmiyoruz.  Kimsenin üzüldüğümüzü, kırıldığımızı, kızdığımızı, incindiğimizi, korktuğumuzu anlamasını istemiyoruz. Çünkü bunların anlaşılmasını bir zayıflık göstergesi olarak görüyoruz.

Duygularımızı hem zayıflık göstergesi olarak gördüğümüz için hem de karşımızdakini kırmaktan, üzmekten veya tepkisini çekmekten endişe duyduğumuz için ifade etmekten kaçınırız. Aksine duygularımızı doğru bir yolla ifade etmek, ilişkilerimizi iyileştirebilir, bir problemin çözülmesine ve ortadan kalkmasına sebep olabilir. İfade etmemek ise bir takım sıkıntılara sebebiyet verir. Bu sıkıntılar ikili ilişkilerde, evlilik yaşamında, iş ilişkilerinde, çocuğumuzla olan ilişkilerimizde, sosyal yaşantımızda, bedenimizde bir takım rahatsızlıklarla kendini gösterir.

Duygularımızı tanımayan ve ifade edemeyen bireyler olarak çocuklara da aynı bu şekilde davranıyoruz. Onların duygularını ifade etmelerine daha doğrusu duygularının farkında olmalarına olanak tanımıyoruz. Çocukların olumsuz tüm duygularını görmezden geliyoruz ve yüzleşmelerini istemiyoruz. Böylece çocuklar da duygularını tanıyamamış oluyorlar.

Daha sağlıklı bireyler olabilmek, daha sağlıklı ilişkiler kurabilmek ve çocuklarımızın da duygularını ifade edebilen bireyler olarak yetişmelerini sağlamak için ilk önce kendi duygularımızın farkında olmamız ve onları doğru ifade edebilen bir model oluşturmamız gerekir. Kendimize “Nasıl hissediyorum” sorusunu sorabilmeli ve buna cevap verebilmeliyiz. Unutmamak gerekir ki kendi duygusunu anlayamayan bir bireyin karşısındaki kişinin duygusunu anlamasını beklemek çok anlamsız olur.