Tag Archive : çocuk ergen

Sosyal fobi, kişinin girdiği ortamlarda bulunan kişiler tarafından olumsuz karşılanacağına dair duyduğu korku ve bu ortamlardan kaçınmasıdır. Sosyal fobi kişinin günlük yaşamdaki ilişkilerini akademik başarılarını, işlevselliğini, yaşam kalitesini etkilemektedir.

NEDENLERİ

Sosyal fobinin hem genetik hem de ruhsal durumlardan kaynaklandığı düşünülmektedir.

Ruhsal Etmenler

Psikanalitik kurama göre sosyal fobinin nedeni anksiyetedir ve sosyal fobi anksiyeteye karşı bir savunma mekanizması olarak ortaya çıkmaktadır. Benlik ile alt benlik veya benlik ile üst benlik arasında ortaya çıkan çatışma ve bu çatışma sonucu ortaya çıkan kaygı dışarıda başka bir nesneye yönelerek yer değiştirmektedir. Sosyal fobisi olan kişilerin b.dışı olarak başkaları tarafından onaylanma istekleri vardır ve dolayısıyla onaylanmama ihtimalinin olduğu ortamlardan kaçınırlar. Bir yandan ise sosyal fobi yaşayanlar, bağımsızlaştıklarında, yeni bir ortama katıldıklarında ebeveynlerinin sevgisini yitireceğinden korkarlar.

Bilişsel davranışçı kurama göre, sosyal fobi yaşayan kişi hem çevresinde olumlu izlenimler bırakmak ister, hem de bunu yapabilme konusunda bir güvensizlik yaşar. Bu kişilerin olumsuz ara inançları ve gelen olumsuz otomatik düşünceleri vardır. Kalabalığa girdiklerinde yanlış bir şey yapacaklarına ve reddedileceklerine inanırlar. Çekindikleri bir durum karşısında önceki olumsuz deneyimleri tetiklenir ve bir tehlikeyle karşı karşıya olduklarını hissederler. Somatik ve davranışsal belirtiler hissederler ve bunlarda anksiyetelerinin sebebi haline gelir. Kişi bu belirtilerine odaklanarak asıl sorundan kaçınır. Ayrıca olumsuz değerlendirilme yanında olumlu değerlendirilme korkusu da yaşarlar.

Davranışçı kurama göre, eğer kişi bir ortamda olumsuz bir yaşantı deneyimlemişse, doğrudan bir koşullanma yaşar, hatta olumsuzluk yaşayan bir kişiyi gördüğünde dahi bu korku başlayabilir. Bunun yanı sıra sosyal ortamların tehlikeli olduğu bilgisi kişiye bir şekilde hissettirildiğinde bu bile kişinin sosyal korkuya sahip olmasına sebep olur.

Biyolojik Etmenler

Yapılan araştırmalar çocuklardaki sosyal fobi ile ebeveynlerin sosyal fobisi arasında yüksek düzeyde bir ilişki olduğunu göstermiştir. Bunun yanı sıra anne-babalarda ki fazla koruyucu veya reddedici davranışlarla sosyal fobi arasında da güçlü bir ilişki olduğunu görülmüştür. Başka bir araştırma ise genetik geçişin sosyal fobide çok baskın olmadığını göstermiştir. Dolaysıyla üç farklı şekilde sosyal fobi gelişimi etkilenmektedir. Birincisi genetik bir yatkınlık oluşması, ikincisi ebeveynlerin aşırı korumacı ve kaygılı davranışlarından dolayı çocukların sosyal ortamlara girmelerine engel olunması ve üçüncü olarak ta kendi kaygılarının çocukları tarafından modellenmesi şeklinde olmaktadır. Sosyal fobisi olan çocukların davranışsal inhibisyonları vardır ve devamlı kaçınma davranışları gösterirler. Davranışsal inhibisyon, bilinmeyenden korkma, devamlı tedirgin bir durumda olma ve bilinmeyen ortamlardan kaçma özelliği gösteren bir mizaç türüdür. Davranışsal inhibisyon sosyal fobi için bir risk etmenidir.

EPİDEMİYOLOJİ

Sosyal fobi ergenlik döneminde başlamakta, 25 yaşından sonra başladığı ise nadiren görülmüştür. Bu hastalar genellikle belirtilerin çıkmasından 10 yıl sonra tedaviye başvurmuşlardır. Sosyal fobi, kişinin iş, okul yaşamı, karşı cinsel ilişki yaşaması konusunda sorunlar yaratmaktadır. Buna rağmen sadece %20-40’nın tedaviye başvurduğu bilinmektedir. Sosyal fobi kadınlarda daha fazla görülmekle birlikte tedaviye en çok erkekler başvurmaktadır. Ülkemizde yapılan araştırmalarda erkek ergenlerde, kızlara göre sosyal anksiyetenin daha fazla olduğu görülmüştür.

KLİNİK ÖZELLİKLER

DSM-IV’e göre eğer kişinin korktuğu veya kaçtığı durumlar daha yaygın bir toplumsal alanı kapsıyorsa buna yaygın sosyal fobi denir, yaygın olmayan sosyal fobide korku veya kaçınmalar daha kısıtlı alanlarda olmaktadır. Tedavi için başvuranlar daha çok yaygın sosyal anksiyete bozukluğu yaşayanlardır. Yaygın sosyal fobi daha erken yaşlarda başlamakta, yaşam kaliteleri daha düşük olmakta ve prognozları daha kötü olmaktadır. Sosyal fobisi olan insanlar otorite figürlerinden, yeni kişilerle tanışmaktan, toplum içerisinde bulunmaktan, konuşmaktan, sınıfta tahtaya kalkmaktan, sunum yapmaktan kaçınırlar, onlar için bu durumlar korku alanlarıdır. Bu durumlarda kişilerde terleme, kızarma, çarpıntı, titreme, kaslarda gerginlik gibi fizyolojik belirtiler ortaya çıkar. Çocuklarda ise ağlama, donup kalma, bağırma, bir yere gizlenme, konuşamama şeklinde ortaya çıkar. Sosyal fobisi olan çocuklar okulda daha fazla zorlanırlar, arkadaşları daha azdır ve daha kısıtlı ilişkilere sahiptirler.

SOSYAL FOBİ İLE BİRLİKTE GÖRÜLEN DİĞER HASTALIKLAR

Sosyal fobi ile birlikte en sık görülen hastalıklar anksiyete bozukluğu, yaygın anksiyete bozukluğu, karşıt gelme bozukluğu ve madde kullanım bozukluğudur. Sosyal fobisi olan kişilerin %51.7’sinin Eksen I ve %67,8’nin ise Eksen II tanısına sahip olduğu belirtilmiştir.

Yapılan araştırmalar sosyal fobi ile depresyon arasında anlamlı bir ilişkinin olduğunu saptamıştır. Sosyal fobinin artmasıyla depresyonun da doğru orantılı bir şekilde arttığı görülmüştür. Diğer araştırmalar ise ülkemizde sosyal fobisi olanların daha küçük yaşta sigara içmeye başladıklarını tespit etmiştir.

Sosyal fobisi olanların bir kısmının beden dismorfik bozukluğu olduğu ve beden dismorfik bozukluğu olanların da belli bir kısmının sosyal fobisi olduğu araştırmalarla saptanmıştır. Sosyal ortamlardan kaçınma, sık sık aynaya bakma, başkalarıyla sürekli kendini karşılaştırma gibi, kendine odaklanma gibi ortak özellikler her iki bozuklukta da görülmektedir.

AYIRICI TANI

Otizm ile sosyal fobi sıklıkla birbirine karıştırılmaktadır. Otizm spektrum bozukluğu olan çocuklar sosyal becerilerde zorlandıkları için olumsuz değerlendirmelere maruz kalmakta veya reddedilmektedirler ve bu da çocukların sosyal kaygılarını arttırabilmektedir. Bunun yanı sıra sosyal ortamlardan kaçınma ve konuşma zorlukları her iki rahatsızlıkta da görülebilir. Sosyal fobi diğer anksiyete bozuklukları ile de karışır. Belirtiler benzerdir fakat ayırıcı olan kaygı odağının her anksiyete bozukluğunda farklı olmasıdır. Sosyal fobide kaygı odağı kişinin kendisi, panik bozuklukta bedensel belirtiler, ayrılık anksiyetesi bozukluğunda temel bağlanma nesnesinden ayrılma, özgül fobide korku duyulan nesne ve yaygın anksiyete bozukluğunda ise günlük olaylardır. Depresyonda ise sosyal ortamlardan kaygı duymak yerine orada bulunmama isteği ön plandadır. Şizofrenide düşüncelerin aşırı ve gerçek olmadığını kabul etmemek ayırıcı tanıdır.

TEDAVİ

İlaç Dışı Tedavi

Sosyal fobinin tedavisinde en çok bilişsel davranışçı terapi kullanılmaktadır. Burada hedef işe yaramayan düşünce ve olumsuz inançların tespit edilmesi ve bunun yerine olumlu, işlevsel olan inançların belirlenmesi ve değişikliklerin yaratılmasıdır. Sosyal fobide bilişsel davranışçı terapi, psikoeğitim, bilişsel yeniden yapılandırma, sosyal becerileri geliştirme ve maruz bırakma olarak dört aşamada gerçekleşmektedir.

Sosyal fobisi olanların tedaviye başvurma oranları düşüktür, çünkü hekimle karşı karşıya gelmekten korktukları düşünülmektedir ve bu yüzden de internet tabanlı tedavi girişimlerinin, telefon, e-posta üzerinden terapist destekli yardımların sosyal fobi tedavisinde yararları olduğu çalışmalarla gösterilmiştir. Psikodinamik terapi ile bilişsel terapinin etkinlikleri değerlendirildiğinde her ikisinin de etkili olduğu fakat sosyal fobinin davranışçı tedavi ile daha fazla remisyonda kaldığı ve psikodinamik terapinin sosyal fobi tedavisinde en az tercih edilen terapi şekli olduğu ifade edilmiştir.

Farmakolojik Tedavi

Seçici serotonin geri alım inhibitörleri sosyal fobide en çok kullanılan psikofarmakolojik ajanlardır, sosyal fobisi olan kişilerde işlevselliği arttırmaktadır. Yapılan araştırmalar ilaç tedavisi ile daha hızlı sonuçlar alındığını, bilişsel davranışçı terapinin etkisinin daha geç başladığını fakat terapinin etkisinin daha uzun süreli olduğu görülmüştür. Her ikisinin kullanımının tek kullanıma göre üstün olup olmadığı henüz bilinmemektedir.

KORUYUCU ÖNLEMLER

Sosyal fobi kişilerin yaşam şekillerini değiştirmelerine, yaşam kalitelerinin düşmesine sebep olmaktadır. Ekonomik kayıplara yol açabilmektedir, bu nedenle erken tespit edilip ele alınması gereken bir bozukluktur. Koruyucu yöntemler olarak aileler çocuklarını sosyal ilişkiler kurmaları konusunda cesaretlendirmelilerdir, okullarda da akademik başarıların yanı sıra öğrencilerin sosyal gelişimlerine katkı sağlayacak aktiviteler yaptırılmalıdır. Bunun yanı sıra okul çalışanlarının da öğretmenlerin de bilgilendirilmeleri gerekmektedir.

GİDİŞ VE SONLANIM

Sosyal fobi kronik gidişlidir, belirtiler 10 ile 24 yıl arasında sürebilmektedir. Sekiz yıl sonra üçte bir azalabilmektedir. Fluoksetin tedavisi değerlendirildiğinde eğer yaş küçükse, başlangıçta anksiyete az ise ve ailede depresyon ve anksiyete öyküsü yok ise sosyal fobi tedaviye daha iyi yanıt verebilmektedir. Sosyal fobi erken yaşta başladıysa , hastalık şiddeti fazla ise, başka anksiyete bozuklukları ile seyrediyorsa sosyal fobi tedavisi olumsuz etkilenmektedir.

Uzman Klinik Psikolog Sezen Sağlam

 

Kaynak: Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları

Günümüzde çocuklarının hayatlarını sosyal medyada belgelemek birçok anne-babanın yaptığı bir şey. Youtube kanalı açarak çocuklarının çeşitli hallerinden abone sayısını arttıran ve tıklanmalar üzerinden para kazanan, çocuklarının her halini (uyurken, yemek yerken, banyo yaparken, oyun oynarken, okulda, parkta vs) sosyal medyada paylaşan, bu paylaşımlar üzerinden binlerce beğeni toplayan veya takipçi sayısını arttırarak bazı firmaların ürünlerini tanıtan ve bundan gelir elde eden yüzlerce anneden bahsediyorum. Babalar demiyorum çünkü bunu yapanların daha çok anneler olduğunu gözlemliyorum. Tabi bu paylaşımlara itiraz etmeyen ve bunların içinde olan yüzlerce de baba var. Bu durumda aslında ebeveynler çocuklarının gizliliğinin en büyük ihlalcilerinden oluyorlar.

Belki gizlilik ayarlarına dikkat edilerek, herkese açık olmayacak bir şekilde, çocukları hakkında özel bilgiler vermeden birkaç paylaşımda bulunmak çok sakıncalı olmayabilir. Fakat herkese açık bir şekilde yüzlerce binlerce fotoğraf paylaşmak, hikayeler paylaşmak ne anlama geliyor olabilir acaba hiç düşündünüz mü? Anne-babalara şu soruyu sormak istiyorum, “siz hiç yolda yürürken tanımadığınız birini durdurup ta cüzdanınızdan çocuğunuzun resmini çıkarıp gösteriyor musunuz?” Muhtemelen gelecek cevap “hayır” olacaktır. Peki öyleyse neden herkese açık olan hesaplarda yüzlerce fotoğraf ve hikayeler paylaşılıyor.

Ebeveynler bu şekilde çocukları hakkında, düşündüklerinden çok daha fazla bilgiyi açığa vurarak, onları tehlikeye açık hale getirdiklerinin farkında değiller mi? Bu da cevaplanması gereken başka bir soru olsa gerek.

Fotoğrafları, en özel anları paylaşılan bu çocuklar ileride büyüdüklerinde acaba bunların paylaşılmasından hoşnut olacaklar mı? Belki bu duruma sinirlenecekler, belki arkadaşları arasında dalga geçilmesine neden olacakları bir durum olacak ve utanacaklar vs. Aynı zamanda bu şekilde çocukların unutulma haklarının ellerinden alındığını unutmamak gerekir.

Çocukların fotoğraflarının paylaşılması, özel hayatlarının gizliliklerinin ihlali, aslında onların kişilik haklarının ihlalidir.  Bunun yanı sıra sürekli fotoğraflarının çekilip, paylaşıldığından haberdar olan bu çocuklarda narsistik bir yapının gelişmesi olasıdır. Anne-babalar devamlı çocuklarından poz vermelerini isteyerek, ve fotoğraflarını devamlı paylaşarak onların gösteriş meraklısı bireyler olmasına sebep olabilirler.

Bunun yanı sıra çocuk istismarcılarının, çocuklara karşı sapkınca duyguları ve davranışları olan kötü niyetli kişilerin çocuklarınızın fotoğraflarını biriktirebileceğini biliyor olmalısınız? Çocuğunuzun bütün mahremiyetini gözler önüne sermek onu korumakla yükümlü olmanız arasında anlaşılmaz bir çelişki oluşturuyor.

Peki anne babaların bu paylaşımları yapmasının sebepleri ne olabilir?

Biz insanız görülmek, beğenilmek, sosyal ilişkiler kurmak istiyoruz. Hayatımızı idame ettirmek için belki daha rahat bir yaşam için para da kazanmak istiyoruz. Tüm bunlar gayet anlaşılır. Fakat beğenilmek, görünür olmak bunlar istekten öte bir ihtiyaca dönüşüyor ve bu paylaşımlar üzerinden ebeveynler psikolojik ihtiyaçlarını ve maddi kazanç ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyorlarsa ve kendi kendilerini bu şekilde tatmin etmeye çalışıyorlarsa burada normal bir durumdan bahsetmek imkansızdır.

Ebeveynlerin, çocuklarının fotoğraflarını, en özel anlarını çevrimiçi paylaşma nedenlerini kendilerine sormaları gerektiğini düşünüyorum, paylaşmadan önce bunu kendi tatminim için mi yapıyorum yoksa çocuğum için mi yapıyorum diye de düşünmelerini öneriyorum.

Son olarak şunu söyleyebiliriz ki kendi kendimizi tatmin etmek için çocuklarımızın fotoğraflarını sosyal medyada paylaşıyor olmak hiç sağlıklı bir durum değil. Bu konuda anne-babaların daha hassas olmaları gerektiğini düşünüyorum.

 

ERGENLERE ÖNERİLER

Sevgili gençler bu yazıyı size ergenlik döneminin zorlukları hakkında bilgilenmeniz ve bu dönemin getirdiği zorluklarla başa çıkabilmeniz, kişiliğinizin gelişimi için birkaç noktaya dikkat çekmek amacıyla yazıyorum.

Ergenlik dönemi bildiğiniz üzere kendinizde birçok fiziksel, psikolojik, sosyal vb. değişimleri yaşadığınız, kimi zaman kafanızın karıştığı, kimi zaman kendinizi iyi hissettiğiniz, kimi zamanda kötü hissetmenize sebebiyet verecek zorlukları yaşadığınız bir dönemdir.

Bu dönemde şöyle şeylerle karşılaşabilirsiniz; Kız-erkek ilişkileri ile ilgili kafa karıştırıcı şeyler yaşamak, aşık olmak, ders çalışmak istememek, arkadaşlık ilişkilerinde sıkıntılar yaşamak, dışlanmak, depresif olmak, sinirli olmak, anne-baba ilişkilerinde problem yaşamak, kimsenin sizi anlamadığını hissetmek, fiziksel olarak kendinizi beğenmemek, çirkin veya şişman olduğunuzu düşünmek, sınav kaygısı yaşamak, çok fazla bilgisayar oynamak, sanal alemde çok fazla takılmak, cinselliğe ilgi duymak, merak etmek, beğendiğiniz birilerine benzemeye çalışmak, vb…. bu listeyi fazlasıyla uzatabiliriz.

ARKADAŞLARINIZ KONUSUNDA SEÇİCİ OLUN

Bu dönemde arkadaşlıklar çok fazla önem kazanır. Arkadaşlık ilişkisi çok önemlidir, arkadaş gün gelir sizi anlayan, destekleyen, kendinizle ilgili bazı şeyleri fark etmenizi sağlayan kişiler olurlar. Bu yüzden arkadaşlarınızı seçerken, güvenilir, samimi, içten kişiler seçmeye özen gösterin, sadece o sırada yalnız kalmamak için mecburi arkadaşlıklar kurmayın.

GELECEĞİNİZ İÇİN PLANLAR YAPIN

Daha çok erken olduğunu düşünebilirsiniz fakat değil. Tam da yol haritanızı oluşturma zamanı, neler istediğinizi bilmek ve hedeflerinizi belirlemek önemli, bu konuda çalışmalara başlayın. Önce kısa vadeli hedefler koyun kendinize. Hedeflerinizin gerçekleştirilebilir olmasına dikkat edin. İlgi ve yeteneklerinize göre hedefler koyun kendinize. Hedeflerinize ulaşmak için çok çalışmaktan ziyade düzenli ve disiplinli çalışmanız önemlidir. Tabi ki sosyal, sportif faaliyetlerinizi de hayatınıza katarak, çalışmalarınızı sürdürün.

HER KONUDA YARDIM İSTEMEYİ BİLİN, YARDIM İSTEMEK GÜÇSÜZLÜK DEĞİL AKSİNE NE KADAR CESARETLİ OLDUĞUNUZUN GÖSTERGESİDİR.

Başınıza bazen istemediğiniz, sıkıntılı, kendinizi kötü hissedebileceğiniz şeyler gelebilir. Bu okulda bir arkadaşınızın size zorbalık yapmasından tutunda aile içerisinde yaşadığınız sizi etkileyen bir üzücü olayda olabilir. Böyle bir durumla karşılaştığınızda size yardımcı olabileceğini düşündüğünüz güvenilir bir arkadaşınızdan, bir büyüğünüzden veya öğretmenlerinizden yardım isteyin.

CİNSELLİKLE İLGİLİ GÜVENİLİR KAYNAKLARDAN BİLGİ ALIN

Cinsellikle ilgili bir takım şeyleri merak edebilirsiniz, bunları merak etmek utanılacak bir durum değildir. Yalnız bu meraklarınızı gidermek için doğru bilgiler içermeyen, size doğru bilgiler vermeyecek kaynak ve kişilerden uzak durun. En ideali ebeveynlerinizden bu konularda yardım istemektir.

 “HAYIR” DEMEYİ ÖĞRENİN

En önemli yaşam becerilerinden biri “hayır” diyebilmeyi başarmaktır. Hayır diyeceğiniz kişi bazen çok sevdiğiniz bir arkadaşınız, bazen anneniz, babanız, bazen öğretmeniniz olabilir. Haksızlığa uğrayacağınız bir durum söz konusu ise, istemediğiniz bir şeyi yapmaya zorlandığınızda, yanlış olduğunu bildiğiniz bir şey size zorla dayatılıyorsa, hoşunuza gitmeyen sonucunda iyi duygular hissetmeyeceğiniz bir şeyi yapmak zorunda bırakılıyorsanız vb. bu durumlarda hayır demeyi öğrenmelisiniz. Bazen gençler yalnız kalmamak adına, arkadaşını kaybetmemek adına veya anne babası kendisine kızacağı için vs birçok sebepten ötürü hayır demeyi beceremez. Fakat kimi zaman bunu diyebilmek sizi birçok tehlikeli ve hoş olmayan durumdan koruyabilir.

 

Çocuklarınızı Mükemmeliyetçi Yetiştirmeyin

Çocuklarımızı yetiştirirken sıklıkla karşılaşılan tutumlardan biridir mükemmeliyetçilik. Herkes çocuğunu iyi yetiştirmek ister, herkes çocuğunun güzel ve doğru şeyler yapmasını, başarılı olmasını ister. Bu tür özellikleri çocuğuna kazandırmaya çalışır anne-babalar. Fakat bunları yapmaya çalışırken aşırıya kaçmamak önemlidir. Bazı anne-baba için bu bir istekten öte ihtiyaca dönüşmüş durumdadır. Belki de kendilerinin yapamadıklarını çocuklarının üzerinden yapmaya çalışırlar. Çocukları mükemmel olursa onlarda olacaklardır çünkü.

Mükemmeliyetçi ebeveynler, çocuklarının hata yapmalarına izin vermezler. Her şeyi kusursuz yapmalarını beklerler, başarı ve performans odaklıdırlar. Çocuklarının başarıları onlara göre olması gereken bir şeydir, takdir edilmesi gerekmez, ortada bir başarısızlık varsa da kesinlikle eleştirilmelidir. Örn; çocuğunun sınavdan 70-80 alması yeterli değildir, mükemmeliyetçi aile çocuğun neden 100 almadığı ile ilgilenir ve çocuğunu eleştirir.

Mükemmeliyetçi ailelerin katı kuralları vardır ve çocuklar bu kurallara uymadıklarında sert bir şekilde cezalandırılabilirler. Yani çocukları başarılıysa, kurallara uygun davranıyorsa bir sorun yoktur, ama tersi bir durum varsa öfke, kaygı, hayal kırıklığı, ceza vardır. Yani kısacası bu çocuklar koşullu sevgiyi yaşarlar. Anne-babalarının istedikleri gibi olmadıklarında, davranmadıklarında, ailesinin sevgisini ve onayını kaybedeceklerini düşünürler. Bu durumda kendilerini güvende hissedemezler ve daha çok performans kaygısı yaşarlar, kendilerini değersiz hissederler, sevilmeyecek ve beğenilmeyeceklerini düşünürler. Yaptıkları şeyin iyi olduğundan emin olamazlar ve devamlı bir doyumsuzluk ve tatminsizlik yaşarlar.  Yaşadıkları bu durumlar yaşamları boyunca çocuklarda farklı şekillerde ve çeşitli sorunlarla kendini gösterir.

Çocuklarınızın ruh sağlıklarının iyiliği açısından, onları olduğu gibi kabul edin, koşullar ne olursa olsun, onlara kendilerini sevdiğinizi ve değer verdiğinizi belli edin. Onu asla kimseyle kıyaslamayın, çocuğunuzun fikirlerine saygı gösterin ve mutlaka dinleyin. Hata yaptıklarında eleştirmeyin, tekrar denemesi için yüreklendirin. Her çocuğun kapasitesi farklıdır, çocuğunuzun kapasitesinin farkında olun ve ondan ona göre davranışlar bekleyin. Hiçbir konuda çocuklarınızın yerine seçimler yapmayın.

Unutmayın ki aşırı kuralcı, katı, mükemmeliyetçi ailelerde büyüyen bu çocuklarda fazlasıyla kızgınlık ve öfke olacaktır. Zaman zaman bu öfke kendilerine yönelerek, depresyona girmelerine veya kendilerine zarar veren davranışlarda bulunmalarına sebebiyet verebilir. Bu çocuklarda gri renk yoktur. Her şey ya “ak”tır, ya da “kara” dır.