Tag Archive : psikoterapi istanbul

En zor ilişki kararlarından bir tanesidir, sizi aldatan eşinize ikinci bir şans verip vermemek. Özellikle de bu karar eşiniz size yalan söylediyse, sizi manipüle ettiyse, yaşadığı diğer ilişkiyi ört bas etmeye çalıştıysa daha da zordur.

Fakat eşiniz genel anlamda güvenilir ise, aldattığından pişman ve gerçekten bundan sonrası için sadık kalacağına söz veriyorsa, birbirinizi sevdiğinize ikna olduysanız o zaman ne yapmalısınız?

Aldatma her zaman evliliğinizin bittiği anlamına gelmez, özellikle de eşiniz gerçekten yaptığından pişman olduysa. Özellikle uzun süredir evliyseniz, çocuklarınız varsa, bu evliliğin devam etmesi için bir umut olarak düşünülebilir.

Fakat ne olursa olsun bundan sonra ikiniz de evliliğinizin, aranızdaki bağın artık eskisi gibi olmayacağını bilmelisiniz. Eğer bir şeylerin değişmesini istiyorsanız hiçbir şey olmamış gibi davranmamalısınız. İkinizin de bu evliliğe dair yapılması gereken çok şeyin olduğunu bilmesi gerekir. Eşinize ikinci bir şans vermeden önce, yaşadığınız acıdan ve öfkeden kurtulmak, güven ilişkinizin yeniden onarılması, yeniden aranızda ki yakınlığın inşa edilmesi ve iletişimin güçlendirilmesi üzerine düşünmelisiniz.

Kendinize Şu Soruları Sormalısınız

  • Eşiniz sizi ilk defa mı aldattı?
  • Eşiniz aldatmanın sizde sebep olduğu duyguları anlayabiliyor mu?
  • Eşiniz aldatmayı bir sorun olarak görüyor mu?
  • Aldatmanın sebepleri ne olursa olsun eşiniz kendisinde değiştirilmesi gereken yönlerin olduğun kabul ediyor mu?
  • Eşinizin gerçekten pişman olduğuna inanıyor musunuz?
  • Eşiniz bu konuda çift olarak ve bireysel olarak yardım almayı kabul ediyor mu
  • Eşinizle bundan sonra neşeli, huzurlu bir evlilik sürdürebileceğinize inanıyor musunuz?
  • Eşinizin ilişki kurduğu kişiyle tüm bağları koptu mu?
  • Eşinize bir daha güvenebileceğinize inanıyor musunuz?
  • Evliliğinizin kurtarılmaya değer olduğunu düşünüyor musunuz?
  • Eşinizi affedebilir misiniz yoksa bu durumu devamlı evliliğinizde sıcak bir halde mi tutarsınız?
  • Eşinizden intikam almayı veya misilleme yapmayı düşünüyor musunuz?
  • Evliliğiniz üzerinde çalışmaya ve sorunlarınızı çözmeye hazır ve istekli misiniz?
  • Eşiniz yakalandığına mı üzülmekte yoksa size yaşattığı acıya mı üzülmekte? Bu önemli bir ayrıntıdır.

Bu soruları kendinize sormak ve dürüstçe cevap vermek bundan sonrasında ne yapacağınızı, eşinize ikinci bir şans verip vermeyeceğinizi anlamanıza yardımcı olabilir. Eğer tek başınıza bu soruların cevaplarını bulmakta zorlanıyorsanız bir uzmandan mutlaka yardım almayı düşünmelisiniz.

Diyelim ki eşinize ikinci bir şans vermeye karar verdiniz, o zaman eşinize bunun son bir fırsat olduğunu ve tekrarlanırsa artık başka bir şansının olmayacağını söyleyebilirsiniz. Ayrıca eşinize, kendisine şans vermenizin, bu konuda uzlaşmaya, bir şeyleri düzeltmeye çalışmak isteğinde olmanızın, aldatma davranışına göz yumduğunuz anlamına gelmediğini anlatmak önemlidir. Bunun yanı sıra aldatan eşin, neden aldattığına dair açıklamalar yapması, eşinin sorularını cevaplaması, gerçekten özür dilemesi, bundan sonrası için dürüst ve güvenilir olması önemlidir. Örneğin, eşinizin telefon mesajlarına, maillerine, sosyal medya hesaplarına erişebilme isteğiniz olabilir ve aldatan taraf bu şeffaflığı sağlamayı kabul etmelidir. Çizilen bu sınırlar ile hem eşiniz sorumluluk alır, hem de siz kendinizi daha güvende hissedersiniz.

Kendinize Karşı Acımasız Olmayın

Aldatılan çoğu eş bunu kişisel olarak algılar, kendilerini suçlayabilir, kendilerinin iyi, güzel, değerli vs olmadığına inanarak, eğer farklı olsalardı aldatılmayacaklarına inanabilirler. Ama bu inanç gerçeklerden uzak bir inançtır. Kendinize verdiğiniz değer, ne olursa olsun eşinizin sizinle ilgili görüşlerine bağlı olmamalıdır. Aldatma ile ilgili sorumluluk eşinize aittir, evet belki bir uzman yardımı alarak düzeltilmesi gereken hususlar vardır, fakat sebep ne olursa olsun bu durum aldatmayı mazur göstermez.

Sonuç olarak, seçeceğiniz yolun ne olacağına kimse sizin yerinize karar veremez. Kendiniz ve evliliğiniz için doğru olanı ancak siz belirleyebilirsiniz. Seçiminiz konusunda bir karar almadan önce bu konuyla ilgili bilgi ve danışmanlık almak en sağlıklısı olacaktır. Bir evlilik terapisti veya danışmanla görüşmek doğru seçimi yapmanıza yardımcı olabilir.

Klnk.Psk. Sezen Sağlam

 

Kaynak: https://www.verywellmind.com/giving-cheating-spouse-second-chance-2303074

Yetersizlik duygusu insanın hayatını bloke eden duygulardan biridir ve kişinin hem sosyal hem de profesyonel hayatında mutsuzluğun kaynaklarındandır. Peki yetersizlik duygusu nedir? Psikolojideki tanımına göre, kişinin gözle görülen, ispat edilebilecek tüm kabiliyet ve yeterliliklerine rağmen bunları kendisinin fark edememesi ve sahip olduğu bu olumlu özellikleri reddetmesi, kendisini yeterince iyi ve başarılı hissetmemesi durumuna yetersizlik duygusu denmektedir. Yetersizlik duygusu yaşayan kişi, “Ben bu işte başarılıyım”, “Bu ilişkide iyiyim” diye kendine itiraflarda bulunamaz;  yaptıklarından, başarılarından, elde ettiklerinden bir türlü mutluluk duymaz ve hep kendisini eksik hisseder. Yetersizlik duygusu yaşayan kişi zaman zaman veya sıklıkla kendisini başkalarıyla kıyaslarken ve diğerinden daha aşağı görürken bulur. Kıyas yapılan şeyler maddi veya manevi olabilir. Bazen diğerinin maddi gücü, parası, sahip olduğu araba ötekine kendisini yetersiz hissettirirken bazen de birinin daha başarılı olması yetersiz hissettirir. Bazı kişiler kendilerini ara sıra yetersiz hissederlerken, bazı kişiler ise yeryüzünde devamlı yetersizlik duygusuyla yaşarlar. Fakat bilinmeli ki dünyanın en kendine güvenen insanları bile zaman zaman kendilerini yetersiz hissederler. Yetersizlik duygusu kronik bir hal aldığında ve artık kişinin hareket alanını kısıtlamaya başladığında tedavi edilmesi gereken bir hal almış demektir.

Peki, yetersizlik duygusunun nedenleri nelerdir?

İnsanların yaşadığı deneyimler ve buna bağlı olarak gelişen içsel duyguları yetersizlik hissetmelerine neden olabilir. Herkesin yaşam hikâyesi aynı değildir ve dolayısıyla yetersizlik duygularını içeren birçok durum da farklı kişisel deneyimlere veya sahip olunan duygulara kadar uzanabilir. Bazen bu deneyimler veya duygular yüzeyin altında olabilir ve ortaya çıkan yetersizlik duygusu daha önemli bir sorunun belirtisi de olabilir.

Yapılan araştırma ve yayınlanan makalelere göre kronikleşen yetersizlik duygusunun temelleri çocuklukta atılmaktadır. Ebeveynleri tarafından onaylanmayan ve devamlı eleştirilen, okulda öğretmeni tarafından başarısı görülmeyen, arkadaşları tarafından kabul görmeyen çocuklarda yetersizlik hissinin tohumları atılmış oluyor. Adler ise,  yetersizlik duygusunun oluşumunda 1-çocuğun yetersiz organlarla doğması,  2- çocuğun şımartılması,  3- çocuğun ihmal edilmesi ile ilgili olduğunu söylemektedir.

Çocuk, organlarının gelişmemiş olması, kendinden daha güçlü kişilere bağımlılık ihtiyacının olması ve başkalarına bağımlı olmanın verdiği acı sonucu tüm gelişim dönemlerinde anne babasıyla ve hayatı boyunca da dünyayla kurduğu ilişkide yetersizlik duygusunu yaşamaktadır. Çocuğun şımartılmasının yetersizlik duygusunun gelişmesine sebep olan diğer bir kaynak olduğu ifade edilmiştir. Şımartılan çocuk, hiçbir çaba göstermeden istediği şeyleri elde etmeye alışık olduğu için çevresi tarafından ilgi görmediği durumlarda bunu kendisine yapılmış bir haksızlık olarak algılar ve kendisini dışlanmış, terk edilmiş hisseder. Hep almaya alışmış olan bu çocuk vermeyi hiç öğrenememiş ve devamlı başkaları tarafından istekleri gerçekleştirilen ve hizmet gören bu çocuk bu şekilde bağımsızlığını da kazanamamıştır. Yetersizlik duygusunun kaynağını oluşturan üçüncü yaşantı ise çocuğun ihmal edilmesidir. İhmal edilen çocuklar sevgiyi ve diğer insanlarla birlikte yaşamanın ne olduğunu öğrenemezler. Bu çocuklar hayatın zorluklarıyla karşılaştıklarında normal olarak başka kişilerin yardımlarını ve bu zorlukların üstesinden gelmelerini sağlayacak kendi güçlerini küçümserler. Diğer kişilere hep kuşkuyla bakarlar. Bir annenin çocuğuna vermesi gereken ilk şey, anne bebek arasındaki güven bağını kurmak ve daha sonra da bu güvenin giderek derinleşmesini ve tüm çevrenin güvenini kapsayacak şekilde gelişmesini sağlamaktır.

Çocuklukta yetersizlik deneyimleri olan bazı kişiler, yetişkin olduklarında da kendilerine öyle gerçekleştirilmesi güç olan hedefler koyarlar ki bu hedeflerin gerçekleşmemesi de kişiye kendisini yetersiz hissettirebilir. Bunun yanı sıra toplumun çoğunluğu tarafından gerçekleştirilmesi veya sahip olunması mümkün olmayan güzellik, güç, şöhret ve zenginlik standartlarının yer aldığı sosyal medya tarafından yayınlanan mesajlarda kişilerde yetersizlik hissinin ortaya çıkmasının nedenleri arasında sayılabilir. Ayrıca diğer insanların mutlu, başarılı, güçlü ve iyi olduğunu görmek kendimizi başkalarıyla kıyaslamamıza neden olabilir ve bu kıyaslamalar kendi güçlü ve başarılı taraflarımızı zaten küçümsemeye meyilli olduğumuz için de bize zarar verebilir.

Yetersizlik duygusuna sahip olduğunuzun belirtileri nelerdir?

Bazı kişiler daha güzel, daha güçlü görünen, daha bilgili insanların yanında kendilerini rahatsız hissederler, onlarla ilişki kurarken heyecanlanır veya ilişki kurmaktan kaçınırlar. Çünkü bu kişi kendini yetersiz görürken karşısındaki kişiyi, kendisinden daha üstün görür fakat bunun bilincinde değildir. Dolayısıyla bu durum kişiyi diğer insanlarla ilişki kurmaktan alıkoyabilir. Yetersizlik duygusuna sahip olan kişilerde var olan belirtiler, güvensizlik ve düşük benlik saygısına sahip olma, hedeflerine ulaşamama ve kendisini sıkışmış hissetme, yapmak istediklerinden kolayca vazgeçme, eleştirilmeye tahammül edememe, sosyal durumlarda geri çekilme ihtiyacı hissetme ve ilişki kurmaktan kaçınma, reddedilme korkusu yaşama, anksiyete ve depresyon yaşama. Mükemmeliyetçi olma, rekabet içerisinde olma, dikkat çekmeye çalışma, sürekli başkalarında kusur bulma, kendi hatalarını kabul etmekte zorlanma, başkalarından daha iyi olduğunuzda kendinizi daha iyi hissetme de bir kişinin yetersizlik duygusuna sahip olduğunun belirtileridir fakat çoğu zaman kendinden aşırı emin olan kişilerin özellikleriyle karıştırılırlar.

Yetersizlik duygusundan kurtulmak için neler yapılmalı?

Yetersizlik duygunuzun tam olarak nereden geldiğini anlamak, nasıl ilerleyeceğinizi anlamanızı ve kendinize olan güveninizi geliştirmenizi kolaylaştırabilir. Kendinizi yetersiz hissediyorsanız, bu yetersizlik duygularının geçmişte gelişmiş olma ihtimali yüksektir.  Yetersizlik duygunuzun altında yatan nedenlerin neler olabileceğini düşünmek için kendinize biraz zaman ayırın. Neden yetersiz hissettiğinizi anladıktan sonra, bu temel nedenlerle başa çıkmaya ve oradan kendinizi geliştirmeye çalışabilirsiniz.

1-Kendinizle Olumlu Konuşmaya Başlayın

Kendinizle içsel olarak nasıl konuştuğunuz, kendiniz hakkında nasıl hissettiğiniz konusunda etkilidir.  Kendinize dair algınızı değiştirmek, kendinizle konuşma şeklinizi değiştirmekle başlar. Kendinizle nezaket ve empati ile konuşmak için daha fazla çaba göstermelisiniz. Mesela bunu bir yere gitmeye hazırlanırken kendinizle ilgili olumlamaları veya ifadeleri tekrarlayarak aynada yapabilirsiniz. Kendinizle ne kadar olumlu konuşmaya inanırsanız, kendinizi o kadar iyi bir ışık altında görürsünüz.

 2-Negatif Kişisel Düşüncelerinize ve İnançlarınıza Meydan Okuyun

Olumsuz düşünceleri oldukları gibi, yani içsel zorbalar olarak görmek işe yarayabilir. Kendinizi yetersiz hissetmenize neden olan olumsuz düşünce ve inançlarınızı daha olumlu olanlarla değiştirmeniz gerekecektir. Unutmayın ki kendinizi nasıl algıladığınızın kontrolü sizdedir. Doğru düşüncelere dikkat ettiğinizden emin olmanız önemlidir.

3-Her zaman Karşılaştırmadan Kaçının

Kendinizi başkalarıyla, başkalarının sahip olduklarıyla veya başarılarıyla kıyaslamaktan vazgeçmeli ve hayattaki kendi ilerlemenize odaklanmalısınız. Gurur duyacağınız şeyler yapın ve ilerlemelerinizi sadece geçmiş ilerlemenize bakarak ölçmeyi tercih edin. Çünkü kendiniz başkalarıyla karşılaştırdığınızda bu sizi yetersiz ve kötü hissettirebilir..

4-Sevdiğiniz Şeyleri Yapın

Zevk almayacağınız ya da iyi hissetmeyeceğiniz şeyleri üstlenmeyin bunları yapmak sizi sadece aşağı çekecektir. Odak noktanız sizi mutlu eden ve zevk duyacağınız şeyler yapmak olmalıdır. Bu tür etkinlikler, ruh halinizi yükseltmenize ve özgüveninizi oluşturmanıza yardımcı olacaktır.  olamayacağımız şeyleri üstlenmek bizi sadece aşağı çeker. Odağınızı, zevk aldığınız ve sizi mutlu eden daha fazla şey yapmaya çevirin. Bu tür etkinlikler, ruh halinizi yükseltmenize ve daha iyi hissetmenize yardımcı olacak ve bu da özgüveninizi oluşturmaya başladığınızda sizi başarıya hazırlayabilir.

5-Küçük, Ulaşılabilir Hedefler Belirleyin

Çok fazla görev üstlenip bunların üstesinden gelmeye çalıştığınızda ve bunları yapamadığınızda kendinizi yetersiz hissedebilirsiniz. Gerçek şu ki, daha küçük daha ulaşılabilir hedefler belirlemek, üstlendiğiniz görevleri bölmek size kendinizi daha iyi hissettirecektir. Unutmayın ki yavaş ve sakin olan yarışı kazanır.

6-Mevcut Yaşam Tarzınızı İyileştirin

Egzersiz, diyet ve diğer yaşam tarzı seçimleri gibi şeyler genel olarak daha iyi zihinsel ve fiziksel sağlığa katkıda bulunabilir. Düzenli egzersiz yapmıyorsanız, iyi beslenme seçimleri yapın ve uykunuzu ve sağlığınızın diğer alanlarını kontrol etmeye çalışın. Bu, ruh halinizi iyileştirmenizde ve zamanla kendiniz hakkında daha iyi hissetmenize yardımcı olabilir.

Yukarıdaki ipuçları, bir yerden başlamak için işinize yarayacak noktalardır, ancak bazı kişilerin bunları hayatlarında uygulama veya yetersizlik duygusunun nedenlerini bulma konusunda daha fazla yardıma ihtiyacı olabilir. Bu durumda da başvurabileceğiniz en iyi yardım bir uzman yardımı olacaktır. Yüz yüze veya online bir psikoterapist, güvensizliklerimizin nereden geldiğini daha iyi anlamanıza, bu geçmiş sorunlardan kurtulmanıza ve başarılı bir şekilde ilerlemek için gereken başa çıkma mekanizmalarını kullanmanızda size yardımcı olacaktır.

 

Kaynaklar:

How To Cope With Feeling (betterhelp.com)

http://dx.doi.org/10.17051/io.2016.90300

Sosyal fobi, kişinin girdiği ortamlarda bulunan kişiler tarafından olumsuz karşılanacağına dair duyduğu korku ve bu ortamlardan kaçınmasıdır. Sosyal fobi kişinin günlük yaşamdaki ilişkilerini akademik başarılarını, işlevselliğini, yaşam kalitesini etkilemektedir.

NEDENLERİ

Sosyal fobinin hem genetik hem de ruhsal durumlardan kaynaklandığı düşünülmektedir.

Ruhsal Etmenler

Psikanalitik kurama göre sosyal fobinin nedeni anksiyetedir ve sosyal fobi anksiyeteye karşı bir savunma mekanizması olarak ortaya çıkmaktadır. Benlik ile alt benlik veya benlik ile üst benlik arasında ortaya çıkan çatışma ve bu çatışma sonucu ortaya çıkan kaygı dışarıda başka bir nesneye yönelerek yer değiştirmektedir. Sosyal fobisi olan kişilerin b.dışı olarak başkaları tarafından onaylanma istekleri vardır ve dolayısıyla onaylanmama ihtimalinin olduğu ortamlardan kaçınırlar. Bir yandan ise sosyal fobi yaşayanlar, bağımsızlaştıklarında, yeni bir ortama katıldıklarında ebeveynlerinin sevgisini yitireceğinden korkarlar.

Bilişsel davranışçı kurama göre, sosyal fobi yaşayan kişi hem çevresinde olumlu izlenimler bırakmak ister, hem de bunu yapabilme konusunda bir güvensizlik yaşar. Bu kişilerin olumsuz ara inançları ve gelen olumsuz otomatik düşünceleri vardır. Kalabalığa girdiklerinde yanlış bir şey yapacaklarına ve reddedileceklerine inanırlar. Çekindikleri bir durum karşısında önceki olumsuz deneyimleri tetiklenir ve bir tehlikeyle karşı karşıya olduklarını hissederler. Somatik ve davranışsal belirtiler hissederler ve bunlarda anksiyetelerinin sebebi haline gelir. Kişi bu belirtilerine odaklanarak asıl sorundan kaçınır. Ayrıca olumsuz değerlendirilme yanında olumlu değerlendirilme korkusu da yaşarlar.

Davranışçı kurama göre, eğer kişi bir ortamda olumsuz bir yaşantı deneyimlemişse, doğrudan bir koşullanma yaşar, hatta olumsuzluk yaşayan bir kişiyi gördüğünde dahi bu korku başlayabilir. Bunun yanı sıra sosyal ortamların tehlikeli olduğu bilgisi kişiye bir şekilde hissettirildiğinde bu bile kişinin sosyal korkuya sahip olmasına sebep olur.

Biyolojik Etmenler

Yapılan araştırmalar çocuklardaki sosyal fobi ile ebeveynlerin sosyal fobisi arasında yüksek düzeyde bir ilişki olduğunu göstermiştir. Bunun yanı sıra anne-babalarda ki fazla koruyucu veya reddedici davranışlarla sosyal fobi arasında da güçlü bir ilişki olduğunu görülmüştür. Başka bir araştırma ise genetik geçişin sosyal fobide çok baskın olmadığını göstermiştir. Dolaysıyla üç farklı şekilde sosyal fobi gelişimi etkilenmektedir. Birincisi genetik bir yatkınlık oluşması, ikincisi ebeveynlerin aşırı korumacı ve kaygılı davranışlarından dolayı çocukların sosyal ortamlara girmelerine engel olunması ve üçüncü olarak ta kendi kaygılarının çocukları tarafından modellenmesi şeklinde olmaktadır. Sosyal fobisi olan çocukların davranışsal inhibisyonları vardır ve devamlı kaçınma davranışları gösterirler. Davranışsal inhibisyon, bilinmeyenden korkma, devamlı tedirgin bir durumda olma ve bilinmeyen ortamlardan kaçma özelliği gösteren bir mizaç türüdür. Davranışsal inhibisyon sosyal fobi için bir risk etmenidir.

EPİDEMİYOLOJİ

Sosyal fobi ergenlik döneminde başlamakta, 25 yaşından sonra başladığı ise nadiren görülmüştür. Bu hastalar genellikle belirtilerin çıkmasından 10 yıl sonra tedaviye başvurmuşlardır. Sosyal fobi, kişinin iş, okul yaşamı, karşı cinsel ilişki yaşaması konusunda sorunlar yaratmaktadır. Buna rağmen sadece %20-40’nın tedaviye başvurduğu bilinmektedir. Sosyal fobi kadınlarda daha fazla görülmekle birlikte tedaviye en çok erkekler başvurmaktadır. Ülkemizde yapılan araştırmalarda erkek ergenlerde, kızlara göre sosyal anksiyetenin daha fazla olduğu görülmüştür.

KLİNİK ÖZELLİKLER

DSM-IV’e göre eğer kişinin korktuğu veya kaçtığı durumlar daha yaygın bir toplumsal alanı kapsıyorsa buna yaygın sosyal fobi denir, yaygın olmayan sosyal fobide korku veya kaçınmalar daha kısıtlı alanlarda olmaktadır. Tedavi için başvuranlar daha çok yaygın sosyal anksiyete bozukluğu yaşayanlardır. Yaygın sosyal fobi daha erken yaşlarda başlamakta, yaşam kaliteleri daha düşük olmakta ve prognozları daha kötü olmaktadır. Sosyal fobisi olan insanlar otorite figürlerinden, yeni kişilerle tanışmaktan, toplum içerisinde bulunmaktan, konuşmaktan, sınıfta tahtaya kalkmaktan, sunum yapmaktan kaçınırlar, onlar için bu durumlar korku alanlarıdır. Bu durumlarda kişilerde terleme, kızarma, çarpıntı, titreme, kaslarda gerginlik gibi fizyolojik belirtiler ortaya çıkar. Çocuklarda ise ağlama, donup kalma, bağırma, bir yere gizlenme, konuşamama şeklinde ortaya çıkar. Sosyal fobisi olan çocuklar okulda daha fazla zorlanırlar, arkadaşları daha azdır ve daha kısıtlı ilişkilere sahiptirler.

SOSYAL FOBİ İLE BİRLİKTE GÖRÜLEN DİĞER HASTALIKLAR

Sosyal fobi ile birlikte en sık görülen hastalıklar anksiyete bozukluğu, yaygın anksiyete bozukluğu, karşıt gelme bozukluğu ve madde kullanım bozukluğudur. Sosyal fobisi olan kişilerin %51.7’sinin Eksen I ve %67,8’nin ise Eksen II tanısına sahip olduğu belirtilmiştir.

Yapılan araştırmalar sosyal fobi ile depresyon arasında anlamlı bir ilişkinin olduğunu saptamıştır. Sosyal fobinin artmasıyla depresyonun da doğru orantılı bir şekilde arttığı görülmüştür. Diğer araştırmalar ise ülkemizde sosyal fobisi olanların daha küçük yaşta sigara içmeye başladıklarını tespit etmiştir.

Sosyal fobisi olanların bir kısmının beden dismorfik bozukluğu olduğu ve beden dismorfik bozukluğu olanların da belli bir kısmının sosyal fobisi olduğu araştırmalarla saptanmıştır. Sosyal ortamlardan kaçınma, sık sık aynaya bakma, başkalarıyla sürekli kendini karşılaştırma gibi, kendine odaklanma gibi ortak özellikler her iki bozuklukta da görülmektedir.

AYIRICI TANI

Otizm ile sosyal fobi sıklıkla birbirine karıştırılmaktadır. Otizm spektrum bozukluğu olan çocuklar sosyal becerilerde zorlandıkları için olumsuz değerlendirmelere maruz kalmakta veya reddedilmektedirler ve bu da çocukların sosyal kaygılarını arttırabilmektedir. Bunun yanı sıra sosyal ortamlardan kaçınma ve konuşma zorlukları her iki rahatsızlıkta da görülebilir. Sosyal fobi diğer anksiyete bozuklukları ile de karışır. Belirtiler benzerdir fakat ayırıcı olan kaygı odağının her anksiyete bozukluğunda farklı olmasıdır. Sosyal fobide kaygı odağı kişinin kendisi, panik bozuklukta bedensel belirtiler, ayrılık anksiyetesi bozukluğunda temel bağlanma nesnesinden ayrılma, özgül fobide korku duyulan nesne ve yaygın anksiyete bozukluğunda ise günlük olaylardır. Depresyonda ise sosyal ortamlardan kaygı duymak yerine orada bulunmama isteği ön plandadır. Şizofrenide düşüncelerin aşırı ve gerçek olmadığını kabul etmemek ayırıcı tanıdır.

TEDAVİ

İlaç Dışı Tedavi

Sosyal fobinin tedavisinde en çok bilişsel davranışçı terapi kullanılmaktadır. Burada hedef işe yaramayan düşünce ve olumsuz inançların tespit edilmesi ve bunun yerine olumlu, işlevsel olan inançların belirlenmesi ve değişikliklerin yaratılmasıdır. Sosyal fobide bilişsel davranışçı terapi, psikoeğitim, bilişsel yeniden yapılandırma, sosyal becerileri geliştirme ve maruz bırakma olarak dört aşamada gerçekleşmektedir.

Sosyal fobisi olanların tedaviye başvurma oranları düşüktür, çünkü hekimle karşı karşıya gelmekten korktukları düşünülmektedir ve bu yüzden de internet tabanlı tedavi girişimlerinin, telefon, e-posta üzerinden terapist destekli yardımların sosyal fobi tedavisinde yararları olduğu çalışmalarla gösterilmiştir. Psikodinamik terapi ile bilişsel terapinin etkinlikleri değerlendirildiğinde her ikisinin de etkili olduğu fakat sosyal fobinin davranışçı tedavi ile daha fazla remisyonda kaldığı ve psikodinamik terapinin sosyal fobi tedavisinde en az tercih edilen terapi şekli olduğu ifade edilmiştir.

Farmakolojik Tedavi

Seçici serotonin geri alım inhibitörleri sosyal fobide en çok kullanılan psikofarmakolojik ajanlardır, sosyal fobisi olan kişilerde işlevselliği arttırmaktadır. Yapılan araştırmalar ilaç tedavisi ile daha hızlı sonuçlar alındığını, bilişsel davranışçı terapinin etkisinin daha geç başladığını fakat terapinin etkisinin daha uzun süreli olduğu görülmüştür. Her ikisinin kullanımının tek kullanıma göre üstün olup olmadığı henüz bilinmemektedir.

KORUYUCU ÖNLEMLER

Sosyal fobi kişilerin yaşam şekillerini değiştirmelerine, yaşam kalitelerinin düşmesine sebep olmaktadır. Ekonomik kayıplara yol açabilmektedir, bu nedenle erken tespit edilip ele alınması gereken bir bozukluktur. Koruyucu yöntemler olarak aileler çocuklarını sosyal ilişkiler kurmaları konusunda cesaretlendirmelilerdir, okullarda da akademik başarıların yanı sıra öğrencilerin sosyal gelişimlerine katkı sağlayacak aktiviteler yaptırılmalıdır. Bunun yanı sıra okul çalışanlarının da öğretmenlerin de bilgilendirilmeleri gerekmektedir.

GİDİŞ VE SONLANIM

Sosyal fobi kronik gidişlidir, belirtiler 10 ile 24 yıl arasında sürebilmektedir. Sekiz yıl sonra üçte bir azalabilmektedir. Fluoksetin tedavisi değerlendirildiğinde eğer yaş küçükse, başlangıçta anksiyete az ise ve ailede depresyon ve anksiyete öyküsü yok ise sosyal fobi tedaviye daha iyi yanıt verebilmektedir. Sosyal fobi erken yaşta başladıysa , hastalık şiddeti fazla ise, başka anksiyete bozuklukları ile seyrediyorsa sosyal fobi tedavisi olumsuz etkilenmektedir.

Uzman Klinik Psikolog Sezen Sağlam

 

Kaynak: Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları

Boşanan Ebeveynlere Öneriler

Çocuklar için boşanma özellikle üzücü, stresli ve kafa karıştırıcı bir durumdur. Boşanma, hangi yaşta olursa olsun, bir erkek veya kız çocuğunun hayatında büyük bir değişikliğe sebep olur. Çocuklar anne ve babalarının boşanma kararlarıyla karşı karşıya kaldıklarında kendilerini  belirsizlik içinde, öfkeli, suçlu hissedebilirler. Ebeveynler arasındaki aşk kaybına tanık olmak, ebeveynlerin evlilik taahhütlerini çiğnediklerini görmek, iki farklı ev arasında gidip gelmek ve bir ebeveynle yaşarken diğer ebeveynin günlük yokluğuna alışmaya çalışmak, baş etmeleri gereken zorlu bir durum yaratır. Ayrılmış ebeveynlerin çocuklarının (hepsinin olmasa da bir kısmının), çocukluklarını ve yetişkinlik hayatlarını etkileyebilecekleri uzun vadeli sorunları oluşabilir. Ancak, ayrılan ebeveynlerin çocuklarının karşılaştığı sorunların çoğunu, ayrılığın kendisi değil, ayrılan eşlerin aralarındaki anlaşmazlıklar oluşturmaktadır. Bir çocuğun ailesinin dağılmasına üzülmesi normal olsa da, bir ebeveyn olarak boşanma sürecini ve sonrasını çocuklarınız için daha az acı verici hale getirmek için yapabileceğiniz çok şey vardır.

Çocuğuma boşanma hakkında ne kadar bilgi vermeliyim?

Özellikle ayrılmanızın veya boşanmanızın başlangıcında, çocuklarınıza ne kadarını söyleyeceğinizi seçmeniz gerekir. Bazı bilgilerin onları nasıl etkileyeceği hakkında dikkatlice düşünün.

Çocuğun yaşına duyarlı olun. Genel olarak, daha küçük çocuklar daha az ayrıntıya ihtiyaç duyar ve basit bir açıklama ile daha iyi hale gelirken, daha büyük çocuklar daha fazla bilgiye ihtiyaç duyabilir.

Lojistik bilgileri paylaşın. Çocuklara yaşam düzenlemelerindeki, okuldaki  veya aktivitelerindeki değişikliklerden bahsedin, ancak bunları ayrıntılarla boğmayın.

Gerçekleri söyleyin. Çocuğunuza verdiğiniz bilgilerin ne kadar çok ya da ne kadar az olduğu önemli değil, her şeyden önce doğru olması gerektiğinin önemli olduğunu unutmayın.

Boşanma sonrası çocuklarınız ve kendiniz için profesyonel yardım alın. Bazı çocuklar anne-babasının boşanmasını daha kolay atlatır, bazıları ise çok zor zamanlar geçirir. Çocukların bir dizi zor duygu hissetmesi normaldir. Fakat zaman geçmesine rağmen çocuğunuz toparlanamıyor ve gittikçe daha da zorlanıyorsa çocuğunuzun profesyonel yardım almasını sağlamanız faydalı olacaktır.

Ayrılan ebeveynler çocuklarına nasıl yardım edebilirler?

Çocuğunuzun hala kendisini seven iki ebeveyni olduğunu bilmesini sağlayın.

Çocuğunuzu yetişkin endişelerinden ve sorumluluklarından koruyun.

Olup biten şeylerde sorumluluğun çocuklara değil, ebeveynlere ait olduğunu açıkça belirtin.

Çocuklarınıza karşı açık olun ve konuşun. Çocuğunuzun sadece neler olup bittiğini bilmesi gerekmez aynı zamanda soru sormanın uygun olduğunu hissetmesi de gerekir.

Çocuğunuzun kendisini güvende hissetmesini sağlayın. Her iki ebeveyni tarafından bakılacağından emin olması gerekir.

Çocuğunuzla geçirmek için bol bol zaman ayırın.

Çocuğunuzu görmek için yapılacak düzenlemeler konusunda güvenilir olun.

Arkadaş ve akrabalarını görmesi gibi, her zamanki etkinliklere ve rutinlerine devam etmesini sağlayın.

Çocuğunuzun hayatında mümkün olduğunca az değişiklik yapın. Bu, çocuğunuzun, zorluklara rağmen, sevdiklerinin hala onları önemsediğini ve hayatın makul derecede normal olabileceğini hissetmesine yardımcı olacaktır.

Yapmamanız gerekenler

Çocuğunuzu asla aranızdaki çatışmaya çekmeyin.

Çocuğunuzdan taraf tutmasını istemeyin: “Kiminle yaşamak istersin tatlım?”

Çocuğunuza diğer ebeveynin ne yaptığını sormayın.

Eski eşinize geri dönmek için çocuğunuzu ‘silah olarak’ kullanmayın

Eski eşinizi çocuğunuza karşı eleştirmeyin, suçlamayın.

Çocuğunuzun eski eşinizin rolünü üstlenmesini beklemeyin.

Eğer çocuğunuzun boşanmanın etkileri ile baş etmesine yardım etmekte zorlanıyorsanız, dışarıdan yardım isteyebilirsiniz. Bu süreç duyarlı bir şekilde yönetilirse, çocuk yeni durumuna daha iyi adapte olabilir ve uzun vadede zorluk çekmez.

Anne- babalar boşanma sırasında ve sonrasında çocuklarınızın sizden istedikleri var…

Hayatımda yer almak için ikinize de ihtiyacım var. Lütfen beni arayın, e-posta gönderin, mesaj yazın ve bana birçok soru sorun. Sen karışmadığın zaman, önemli olmadığımı ve beni gerçekten sevmediğini hissediyorum.

Lütfen kavga etmeyi bırakın ve birbirinizle iyi geçinmek için çok çabalayın. Benimle ilgili konularda anlaşmaya çalışın. Benim hakkımda kavga ettiğinizde, yanlış bir şey yaptığımı ve suçlu olduğumu düşünüyorum.

İkinizi de sevmek ve her birinizle geçirdiğim zamanın tadını çıkarmak istiyorum. Lütfen beni ve her birinizle geçirdiğim zamanı destekleyin. Kıskanç davranır veya üzülürseniz, taraf tutmam ve bir ebeveyni diğerinden daha çok sevmem gerektiğini hissediyorum.

Lütfen doğrudan birbirinizle iletişim kurun, böylece aranızda mesaj getirip götürmek zorunda kalmam. Bu durum beni fazlasıyla yorar ve yıpratır.

Birbiriniz hakkında lütfen sadece nazik şeyler söyleyin veya hiçbir şey söylemeyin. Diğer ebeveynim hakkında bir şeyler söylediğin zaman, benden senin tarafını tutmamı beklediğini hissediyorum.

Lütfen ikinizin de hayatımda olmasını istediğimi hatırlayın. Anneme ve babama beni büyüteceklerine, bana neyin önemli olduğunu öğreteceklerine ve sorunlarım olduğunda bana yardım edebileceklerine dair güvenmek istiyorum.

Her ne kadar çocuklar için güçlü duygular zor olsa da, aşağıdaki tepkiler boşanma sonrası çocuklar için normaldir;

Çocuklarınızın boşanmanızdan dolayı size karşı öfkeli ve kızgın olması ve bu duygularını dile getirmesi gayet normaldir.

Çocukların yaşamlarında büyük değişikliklerle karşılaştıklarında endişeli olmaları doğaldır.

Ailenin yeni durumuna ilişkin çocuğun üzüntü duyması normaldir ve üzüntü, umutsuzluk ve çaresizlik duygusuyla birleştiğinde, hafif bir depresyon şekli olabilir.

Çocuğunuzun ayrılık veya boşanma ile ilgili sorunlarla baş edebilmesi biraz zaman alacaktır, ancak zamanla kademeli olarak gelişme göstermesi gerekir.

Boşandıktan sonraki birkaç ay sonra işler daha da kötüye giderse, çocuğunuzun depresyon, endişe veya öfke içinde sıkışıp kaldığını görmeniz ek bir desteğe ihtiyacı olduğunun bir işareti olabilir. Çocuklarda boşanmaya bağlı olarak ortaya çıkan depresyon veya kaygı ile ilgili bu uyarı işaretlerine dikkat edin:

Aşırı uyuma veya uykusuzluk şeklinde uyku problemleri yaşaması.

Konsantrasyon bozukluğu yaşamaya başlaması.

Okulda sorun yaşamaya başlaması.

Uyuşturucu veya alkol bağımlılığı

Kendini yaralama, kesme veya yeme bozuklukları göstermesi.

Sık sık kızgınsa ya da şiddetli patlamaları oluyorsa.

Sevdiği kişiler ile görüşmüyor ise.

Daha önceden yaptığı ve sevdiği faaliyetlere ilgisizlik varsa.

Bu veya boşanma ile ilgili diğer uyarı işaretlerini çocuğunuzda görüyorsanız, çocuğunuzun öğretmenleri ile görüşün veya belirli sorunlarla başa çıkabilmek için bir uzmandan yardım alın.

 

Anne-oğul ilişkileri gerçekten de karışıktır. Sağlıklı ve sağlıksız yapıda anne-oğul ilişkileri vardır. Bebek doğduğunda annenin bakımına, annesinin onu beslemesine, ihtiyaçlarını karşılamasına ve en önemlisi de sevgisine muhtaçtır. Oğul büyürken bir yandan dünyayı öğrenir, bir yandan da bağımsızlığını tesis eder. Bunlar gerçekleşirken tabi ki annesinin sevgisine, ilgisine, desteğine, bakımına ihtiyaç duyar. Fakat bir annenin, oğlunun adına tüm kararları vermesi, ihtiyaç duysun duymasın her şeyini karşılaması, onun gelişimine uygun yaşam becerileri geliştirmesine izin vermemesi ve devamlı kontrol eden bir yapıda olması onun bağımsızlaşmasını önemli ölçüde zorlaştırır. Bu sağlıklı bir anne-oğul ilişkisi değildir. Bir çocuğun kararlarını verirken devamlı annesinden destek beklemesi de sağlıklı bir ilişki değildir.

Bu sağlıksız ilişkiler sadece anne-oğul üzerinde değil, çevrelerinde sahip oldukları diğer ilişkileri de bozar. Yetişkin bir oğulun iş ilişkilerini, özel ilişkilerini, sosyal ilişkilerini de olumsuz yönde etkiler. Eğer bir oğul evlendikten sonra da eşinden önce annesine öncelik veriyorsa, bu sağlıksız bir ilişkidir. Böyle bir durumda yetişkin oğul, annesine öncelik vermediği için, annesinin beklentilerine karşılık vermediği için suçluluk, pişmanlık ve vicdan azabı vs. hissedebilir. Böyle bir sağlıksız anne-oğul ilişkisi, yetişkin oğulun evlilik ilişkisini de bozar.

Bazı anneler vardır ki aşırı korumacıdırlar. Oğullarını bırakmakta zorlanırlar. Oğullarının kendi hayatlarını kontrol etmelerine izin vermezler. Kendi sorumluluklarını üstlenmelerine engel olurlar. Oğulları evlendiklerinde gelinlerinin, oğullarına nasıl baktıkları konusunda merakta olurlar ve müdahalede bulunurlar.

Anne-oğul ilişkilerinin büyük bir kısmı oğlu daha bebek iken ve büyürken onunla kurduğu ilişkilerden ve sonrasında yaşanmış bir takım durumlardan kaynaklanır. Eğer annenin, kendi eşiyle sağlıklı bir ilişkisi yoksa, eşinden yeteri derecede duygusal olarak destek alamıyorsa veya eşi ölmüş ise o zaman bir erkek olarak en yakınında olan oğluna dönmesi kendisine doğal gelebilir. Örneğin, belki çocuğun babası küçükken annesinden ayrıldı ve erkek çocuk annesinin sahip olduğu tek şeydi. Ya da belki babası öldü ve o da her zaman annesi için üzüldü ve babasının orada olmamasını telafi etmeye çalıştı. Belki babası annesine çok kötü davranıyordu ve kendisi de bu boşluğu alması gerektiğini düşündü. Tabi ki anne de oğlunun tüm bu rolleri almasına izin verdi.

Bazen şöyle bir şeye de rastlanabilir, anne kendi çocukluğunda almış olduğu duygusal yaraları çocukları ile sarmaya çalışır. Eğer ilgisiz ve sevgisiz büyümüş ise bu ihtiyaçlarını patolojik bir şekilde çocukları üzerinden karşılamaya çalışır. Bu da çocuklarına karşı bağımlı bir ilişki geliştirmesini sağlar.

Anne-oğul arasındaki bu sağlıksız ilişki türü oğlunun evliliğinde problemler yaşamasına sebebiyet verir. Yetişkin oğulun eşi, her zaman kendisini kayınvalidesi ile rekabet etmek zorunda hissedebilir. Kayınvalide bu sağlıksız ilişki dolayısıyla, gelinini kendisine rakip olarak görebilir, oğlu elinden alınmış gibi hissedebilir. Tüm bunlarda yetişkin oğulun eşiyle ilişkisini etkiler ve mutsuz bir evliliğe sebebiyet verir.

Genelde erkekler, bir sevgili bulduklarında veya evlendiklerinde anneleri ile nasıl bir ilişki kuracaklarını bilmiyorlar ve çoğu zaman anne-oğul ilişkisi, bazı durumlarda boşanma noktasına kadar evlilik üzerinde büyük bir etkiye sahip oluyor.

Sağlıksız anne-oğul ilişkisine örnekler;

  • Sağlıksız ilişki: Oğlum her zaman beni görmekle yükümlüdür ve beni tüm planlarının önüne koymalıdır.
  • Sağlıklı ilişki: Oğul annesini görmek istiyorsa eğer planları içine alır ve annesi ile uygun bir zaman için randevulaşır.
  • Sağlıksız ilişki: Erkek çocuk, annesini hayal kırıklığına uğratır ve istediği şeyi yapmazsa annesinin kendisine kızacağından veya onunla konuşmayacağından korkar.
  • Sağlıklı ilişki: annesini üzeceğini bildiği bir şeyi söylemek zorunda kalsa bile bunu söylemekte açık olmalıdır. Çünkü annesinin bunun üstesinden gelebilecek bir yapıda olduğunu bilir.

Evliliklerde, sağlıksız anne-oğul ilişkilerinden kaynaklanan problemler çözülebilir. Yapılması gerekenler;

1- Bir sorun olduğunu kabul etmek ve hem bireysel hem de çift olarak bir psikoterapistle görüşerek bu sorunların üstesinden gelme konusunda yardım almaktır.

2- Sınırları belirlemek ve ilk başta küçük küçük adımlar atarak bu sınır ihlalini ortadan kaldırmaya çalışmak gerekir.

Tabi ki bir anne oğulun sağlıklı bir şekilde yakın bir ilişkisinin olması kötü değildir. Aksine annesiyle yakın ilişkileri olan, iyi bir iletişimi olan erkek evlatlar, duygularını daha iyi ifade etmeyi ve anlamayı öğrenirler. Fakat geçilmemesi gereken bir çizgi vardır buna dikkat edilmelidir. Bizim burada bahsettiğimiz ilişki bağlı değil, bağımlı bir ilişkinin sağlıksız olduğudur.

Annelere birkaç tavsiye;

  • Oğullarınızın tercihlerine ve sınırlarına saygı duyarak, onları sevmek ve hayatlarına dahil olmak, onlar büyüdüklerinde de sağlıklı ve yakın bir ilişki kurmanıza yardımcı olur.
  • Güçlü ve de hassas bir oğul yetiştirmek için onu boğmadan, onun sınırlarını ihlal etmeden ona yakın durun.

Bebek Hüznü Nedir?

Doğumdan sonraki ilk gün veya takip eden günlerde, yeni doğum yapmış olan anne çeşitli duygular yaşar. Neşe ve mutluluk gibi harika duygularda yaşayabilir, üzüntü dahil zor duygularda yaşayabilir. Doğum sonrası yaşanan ağlama nöbetleri ve üzücü duygular “bebek hüznü” olarak bilinir. Yeni anne kendisini üzgün, kızgın, cesareti kırılmış, mutsuz veya karamsar hissedebilir. Bu şekilde hissetmek “kötü” bir anne olduğunuz veya bebeğinizi sevmediğiniz anlamına gelmez.

Ruh halindeki bu dalgalanmaların, doğumdan sonra kadının vücudunda meydana gelen hormon değişikliklerinden kaynaklandığına inanılmaktadır. Bunun yanı sıra “dinlenememek, uyuyamamak “ gibi şeylerde bu duyguların yaşanmasını arttırabilir. Neyse ki bebek hüznü olarak adlandırılan bu durum birkaç gün ile birkaç hafta arasında kendiliğinden hızlı bir şekilde geçme eğilimi gösterir.

Eğer böyle bir durum ile karşı karşıyaysanız daha iyi hissetmeniz için yapmanız gerekenler;

-Özellikle doğumdan sonraki ilk günlerde ve haftalarda yakınlarınızın, ev işleri, yemek hazırlama işleri ve çocuk bakımı konusunda size yardımcı olmalarına izin verin.

-Onlar size yardımcı olurlarken siz kendinize vakit ayırın, bolca dinlenin ve besleyici yiyecekler yiyin.

-Sevdiklerinizle ve sizin gibi yeni anne olanlarla sohbet edin. Bu durum size yalnız olmadığınızı hatırlatacak ve iyi gelecektir.

Bebek hüznü olarak adlandırılan bu durum bir veya iki hafta geçmiş olmasına rağmen hala devam ediyorsa o zaman bu duygusal durumların sebebinin doğum sonrası depresyonu olup olmadığı araştırılmalı ve bir uzmandan mutlaka yardım alınmalıdır.

Lohusalık Depresyonu Nedir?

Yapılan araştırmalar yaklaşık yedi kadından birinin doğum sonrasında tipik bebek hüznünden daha fazla, daha derin duygular yaşadığını söyler. Yeni annenin yaşadığı rahatsız edici duyguların süresinin uzaması, üzüntü, endişe, karamsarlık vs. gibi duyguların daha derin bir şekilde yaşanıyor olması lohusalık depresyonuna işaret edebilir. Lohusalık depresyonu yeni annenin günlük rutinine geçme yeteneğini ciddi şekilde etkiler.

Lohusalık Depresyonunun Belirtileri Nelerdir?

Doğumdan sonra, 2 haftadan daha uzun bir süredir aşağıdaki depresyon semptomlarından herhangi birine sahipseniz, lohusalık depresyonu yaşıyor olabilirsiniz ve mutlaka bir uzmandan yardım almalısınız.

-Huzursuz, karamsar, bunalmış, üzgün veya mutsuz hissediyorsanız

-Devamlı ağlıyorsanız,

-Bebeğinize ilgi duymuyor, bağlı hissetmiyor ve bebeğe zarar verme düşünceleriniz oluyorsa,

-Çok az veya çok yemek yiyor, çok az veya çok fazla uyuyorsanız,

-Önceden hoşlandığınız ve size zevk veren aktiviteleriniz veya hobileriniz artık ilginizi çekmiyor ve size zevk vermiyorsa

-Arkadaşlarınızdan ve ailenizden uzaklaştığınızı hissediyorsanız

-Kendinizi değersiz, suçlu veya kötü bir anne gibi hissediyorsanız

-Odaklanma veya karar verme konusunda güçlük yaşıyorsanız

Bazı yeni anneler yaşadıkları bu semptomları kimseye anlatamazlar, bunları yaşadıkları için utanabilir ve kendilerini suçlu hissedebilirler. Dışarıdan kötü anne olarak görüneceklerine dair endişe yaşayabilirler. Her kadın hamilelik esnasında veya bebek doğduktan sonra depresyona girebilir, fakat bu durum kişinin kötü bir anne olduğu anlamına gelmez. Eğer böyle bir durum yaşıyorsanız unutulmaması gerekir ki bu durumla tek başınıza mücadele etmek zorunda değilsiniz, yardım almak sizin ve bebeğinizin ruh sağlığı açısından oldukça önemlidir.

Doğum Sonrası Depresyon Nasıl Tedavi Edilir?

Doğum sonrası depresyon için, bir psikiyatrist ile görüşüp eğer gerek görülürse ilaç tedavisine başlayabilir veya bir psikoterapist ile yüz yüze bireysel terapiden faydalanabilirsiniz. Bazı durumlarda ise hem ilaç tedavisi, hem de psikoterapi birlikte gerekli olabilir. Tedavi almak sizin ve bebeğiniz için önemlidir, depresyon için tedavi almak sizi kötü veya başarısız bir anne yapmaz, aksine yardım almak, yardım talep etmek bir güç işaretidir. Unutmamak gerekir ki doğum sonrası depresyon sizin suçunuz değildir. Duygularınızı bir profesyonelle paylaşmak, kendinizi iyi hissetme konusunda büyük bir etki sağlayacak ve olumlu değişiklikler yapma yolunda olacaksınız.

Doğum Sonrası Depresyon Hakkında Mitler

Doğum sonrası depresyon sıklıkla yanlış anlaşılır ve etrafını saran birçok mit vardır. Bunlar şunları içerir:

-Doğum sonrası depresyon, diğer depresyon türlerine göre daha az şiddetlidir.   Aslında, diğer depresyon türleri kadar ciddidir.

-Doğum sonrası depresyon tamamen hormonal değişikliklerden kaynaklanır.   Aslında birçok farklı faktörden kaynaklanıyor.

-Doğum sonrası depresyon yakında geçecek. “Bebek mavilerinden” farklı olarak,   doğum sonrası depresyon tedavi edilmezse aylarca sürebilir. Az sayıdaki vakada   uzun vadeli bir problem olabilir.

-Doğum sonrası depresyon sadece kadınları etkiler. Araştırmalar, her 10 babadan   1’inin bebek sahibi olduktan sonra depresyona girdiğini buldu.